İstanbul için bu son dersti

İnsanız. Mesut Hancer’in göçük altından cansız çıkarılan kızı Irmak’ın elini bırakamadığını gördüğümüzde ağlarız.

Irmak’ın eli soğuk. Üşüyordur. Babasının eli belki ısıtır.

Bir kadının, “Oğlum enkaz altında, kızım enkaz altında, kocam enkaz altında ne olur kurtarın” diye feryad ettiğini gördüğümüzde ağlarız.

Enkazın üstünde, demirlerin betonların arasında bir cana ulaşabilir miyiz diye çırpınan insanların içtenliğine, insanlıklarına, iyilikle çarpan yüreklerine seviniriz.

Hayat kurtarmak kadar bir şey var mıdır imrenilecek?

Belki budur, ‘bütün insanlığı diriltmek.’

Ümidiniz yeşerir yığınla kötülüğün bütün semamızı işgal ettiği bir dünyada bir iyilik haberi işittiğiniz zaman.

O kadar da kötü değilmişiz, iyilerimiz var hem de çok.

İnsanlar iyidir, bak on binlerce insan nasıl seferber oldu imdada yetişmek için. Nasıl kan merkezlerine koştular.

Devlet var mıydı?

Vardı bazen.

Bazen de yoktu.

Lazım olduğunda bulamayınca yok dersin.

Bulunca var dersin.

Büyük afet.

Sakin zamanda nutuk atarken, lafın, demagojinin belini kırarken aklımıza gelmiyor afetin kürsüyü ayaklarımızın altından çekeceği.

Yetişemedik. Acemiliklerimiz oldu. Beceriksizliklerimiz oldu.

Sonra biraz toparlandık.

En kısa zamanda yaralarımızı saracağız.

Saramazsın.

Saramayız.

Büyük bir cürüm olarak insanların üstüne çöken beton yığınlarının altında can veren insanları hiçbir beşerî kuvvet geri getiremez.

Bir babanın, bir annenin, bin oğulun, bir kızın yokluğunu hiçbir kuvvet telafi edemez.

Ama lazım, geride kalanların hayatını biraz olsun kolaylaştıracak onlara destek olacak tedbirler.

Allah’tan geldi ne yapalım?

Allah’tan gelen deprem.

Binaları biz yaptık.

Demirini, çimentosunu biz eksik koyduk. Malzemeden biz çaldık.

Müteahhitten rüşveti biz aldık, denetçinin cebine biz sakal indirdik.

İnşaat ruhsatlarını biz verdik. İmar aflarını biz çıkardık.

İmar affı çıkacak diye olur olmaz yerlere fay hatlarına dere yataklarına biz ev yaptık. Bunu da bir uyanıklık, bir açıkgözlük, bir kurnazlık saydık.

Açıkgözlük müydü?

Açgözlülük müydü?

Elbette lazım, betonların altından insanları kurtarmaya çabalamak.

Bunlardan daha lazım olan, yapabileceğimiz, takatimizin hudutları içinde olan fakat yapmadığımız, ihmal ettiğimiz işler var.

Bütün Türkiye’deki depremde yıkılma ihtimali yüksek olan binaları depreme dayanıklı hale getirmek mümkün.

Mümkündü, yapmadık.

Evler yıkıldıktan sonra birkaç kişiyi kurtarabilirsiniz enkaz altından. Ya da birkaç yüz kişiyi.

Evler yıkılmadan önce on bir kişiyi, yirmi bin kişiyi kurtarabilirdik.

17 Ağustos depreminde Kocaeli’nin Tavşancıl ilçesinde hiçbir bina hasar görmemiş.

Neden?

Zamanın belediye reisi Salih Gün ilim adamlarına sormuş, fay hatlarına bina yaptırmamış, üç kattan fazlasına ruhsat vermemiş.

Binaya çatı katı ilave etmek isteyenlere müsaade etmemiş. En yakın arkadaşları bile bu yüzden başkana küsmüş.

Şimdinin başkanlarına böyle bir sebeple bir dostları küsmüş müdür?

Uzmanlar 1999’dan beri uyarıyor. 30 sene içinde İstanbul’da büyük deprem olacak.

24 sene geçti. Hala uyarıyorlar.

Hiçbir yetkilinin dinleyesi yok.

Vatandaşın canıyla Rus ruleti oynamaya devam ediyorlar.

Bari bu depremden ders alsalar.

Bu son ders.

Tövbe istiğfar etseler.

Geç kaldıklarını, 23 seneyi boşa harcadıklarını itiraf etseler.

Bugünden itibaren kolları sıvıyoruz, İstanbul ve civarında çürük ev bırakmayacağız deseler.

Aah! Deseler.

YORUMLAR (35)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
35 Yorum