Moody’s’i boş verince ekonomi düzelir mi?
Uluslararası reyting kuruluşlarının Türkiye ekonomisine verdikleri not önemli mi?
İlk bakışta önemsiz görünüyor.
Ne olacak yani, zaten objektif değiller. İnandırıcı da değiller. Türkiye’yi Tanzanya, Ruanda, Uganda, Kamboçya gibi ülkelerle aynı hizaya koymuşlar.
Halbuki bizim durumumuz o ülkelerden kat kat iyi. Mutlaka bunda bir kasıt vardır. Öyleyse kulak asmayalım.
Biz asmayalım da, dünyada kendisine yatırım için yer arayan paralar kulak asıyor.
Bu paralar, yatırım yapılacak her ülkenin ekonomisini inceden inceye araştırma külfetine katlanmıyor.
Bunun yerine, kredi derecelendirme kuruluşlarının verdikleri notlara bakıyor.
“İyi, tamam, baksınlar, bizim ülkemize yatırım yapmasınlar. Nasıl olsa biz bize yeteriz” diyebilirsiniz.
Biz bize yetebilsek, iyi olurdu.
Yetmiyoruz.
Yabancının parasına muhtacız.
Borçluyuz çünkü.
Hem 400 milyar doları geçen bu borcu finanse etmek, hem de kendi ekonomimizi makul bir büyüme seviyesinde tutmak için her sene 100 milyar dolar civarında ilave yabancı paraya ihtiyacımız var.
Doları biz basmadığımıza göre, bu parayı bir yerlerden bulmamız gerekiyor.
Dünyanın peşine düşeceği harika bir sanayi mamulümüz, petrol gibi, elmas gibi bir madenimiz yok.
Öyleyse ya borç alacağız ya da elin oğlu bizim ülkemizde yatırım yapmayı hem güvenli hem kazançlı bulacak ve parasını Türkiye’ye getirerek bizimle iş yapacak.
Demek ki, Moody’s’in, Fitch’in ya da başka birinin kredi notumuzu düşürmesi dünyanın sonu değil, ama bir anlamı, bir etkisi var.
Şunu da düşünmek lazım.
Farz edelim bu adamlar kötü niyetli, bizim iyiliğimizi istemiyor.
Buna rağmen, laf kalabalığına getirip geçiştireceğimize, bakmamız gerekmez mi, acaba ne diyorlar, bizim neremizde kusur görüyorlar?
Gerekir.
Ben merak ettim, baktım Moody’s’in -tabir caizse- gerekçeli kararına.
Türkiye’nin harici kırılganlıklarının ödemeler dengesi krizine yol açabileceğini düşünüyorlar.
2020’nin başından itibaren döviz rezervlerinin yüzde 40 azaldığını, 4 Eylül itibariyle 44,9 milyar dolara düştüğünü ileri sürüyorlar.
Rezervler azaldıkça Türkiye’nin ödemeler dengesi kriziyle karşılaşma ihtimalinin artacağını iddia ediyorlar.
Karadeniz’de gaz bulunması hiç anlam taşımıyor mu?
Onu da yazmışlar.
Faydası olabilir ama bu riskleri yatıştırmaya yetecek kadar kısa sürede devreye sokulması mümkün değil diyorlar.
Türkiye’nin kredi profilindeki riskler artarken ülkenin kuruluşlarının bu tehlikeyle etkili bir biçimde mücadele etmekte isteksiz ya da yetersiz göründüğünü söylüyorlar.
Bununla muhtemelen Merkez Bankası’nı ve ekonomi yönetimini kast ediyorlar.
‘Siyasi baskının Merkez Bankası’nın bağımsızlığını sınırlandırdığını’ not ediyorlar.
Türkiye’nin kredi gücüne yıllardır kaynak oluşturan mali ‘tampon’larının tüketildiğini ileri sürüyorlar.
Bununla da Merkez Bankası’ndaki ihtiyat akçesinin ekonomiye dahil edilmesini ima ediyor olabilirler.
Jeopolitik riskleri de zikrediyorlar.
Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerindeki sorunları, Doğu Akdeniz’deki gerilimi sıralıyorlar.
Turizmin Türkiye’nin döviz açığını kapatageldiğini ancak salgın dolayısıyla Türkiye ekonomisinin bu gelirden mahrum olduğunu ekliyorlar.
Bankalardaki döviz mevduatının TL mevduatını geçtiğini, bunun da bir risk oluşturduğunu yazmışlar.
İşsizliğe de değinmişler. Türkiye’nin istihdam üretmekte güçlük çektiğini, bu sıkıntının eğitimle ilgili olduğunu, yapısal değişiklikler mümkün olsa bile düzelmenin yıllar alacağını belirtmişler.
Moody’s’in resmi sitesinde yayımladığı bu değerlendirmeler bir uluslararası yatırımcı için ikna edici olabilir.
Türkiye’de yaşayan biri için de ikna edici olabilir.
Moody’s’e verip veriştirmenin bir sakıncası yoktur belki.
Hatta faydası bile görülebilir, bilhassa vatandaşı ‘dış güçler’in kötü niyetine inandırmak konusunda.
Ama bu değerlendirmeleri dikkate almamanın, kulağının üstüne yatmanın, arızaları düzeltmek için bir yol, bir çare aramamanın sakıncası var.