O ayakkabı Necip Fazıl’ın ayakkabısı!
Yurdakul (Dağoğlu) Abi bizi Vosvos’uyla Beşiktaş motor istelesine bırakıyor, oradan evine gidiyor. Biz de Üsküdar’a geçiyoruz, bir dolmuşa binip evlerimize gidiyoruz.
O sıralar (90’lar) Rasathane’de oturuyordum. Hilmi (Oflaz) Abi de bizim eve yakın bir yerde kızının evinde kalıyordu.
Rasathane minibüsüne binmiştik. O önde, ben hemen arkasında oturuyordum.
Bir gece, ineceği yere yaklaştığımızda, arkasını dönüp “Sevgiliii” deyişini… Hüzünle bakıp “Ara beni” deyişini unutamam. O an hafızama çakılıdır. Yeşilçam melodramlarında bile yoktur öyle bir kare.
Gecenin geç bir vaktinde Yurdakul Abi, ben ve Mehmet Karaibrahimoğlu birlikte çıkıyoruz. Yurdakul Abi’nin ‘Vosvos’unu park ettiği yere kadar yürüyoruz. Sonra biniyoruz. Mercan’ın aşağılarında bir yerde Vosvos arıza yapıyor. Mehmet’le inip itiyoruz. Bayram Çiçek’in başına gelen bizim başımıza hiç gelmedi. Yani Yurdakul Abi bizi ortada bırakıp, basıp gitmedi. Ancak birkaç kez Yurdakul Abi’ye “Şu arabayı değiştir, doğru dürüst bir şey al, bizi de arabayı itme derdinden kurtar” demişizdir.
Bir defasında, “Değiştireceğim, buldum bir araba, fakat çok para istiyor adam” dedi.
Çok para ve Yurdakul Abi.
Yurdakul Abi bizim hesabını yapamayacağımız kadar varlıklı bir adam. Normal şartlarda onun ‘çok para’ diyeceği bir para yok.
“Ne buldun abi?” diye soruyoruz.
“Yine Volkswagen” diyor.
Kaç para istiyor adam?
375 milyon.
Milyon mu milyar mı emin değilim. Yine de milyondan devam edeyim. İktisat bilenler düzeltsinler. (Ama gerçekten bilenler. Bilmeyenler düzeltemez, bozar.) O yıllarda Yurdakul Abi’nin arabası 275 milyonla 300 milyon arası bir para ediyor. Tabii araba iyi durumdaysa 350’ye kadar çıkabiliyor.
Evet, eli sıkı bir adamdı. Hayır hasenatta bulunur muydu?
Bulunurdu. Fakat hayır hasenatını kimseye duyurmazdı.
Halbuki cimriliğini herkes bilirdi. Ekrem Ayyıldız Hoca bunu Melamimeşrepliğine bağlıyor.
“Ben de çay parası ödüyorum’un içinde (Ötüken) İlesam’ın çaycısı Muhittin Yıldırım’la yapılmış mülakattan pasajlar var. Şöyle diyor Yıldırım:
“Ramazan aylarında İLESAM’da iftar verirdik. Her gün bir başkası üstlenirdi. Sonraları bütün Ramazan boyu sofra kuranlar olurdu. Yurdakul Ağabey de sofra kurardı. Bir sürü malzemeler alır ve kahveye getirirdi. Ben Yurdakul Ağabey’e bittikçe getirirsin derdim ama o fazla fazla getirirdi. İçimden de gülerdim. Adı cimriye çıkmış ya ondan olsa gerek diye düşünürdüm.”
Şu da kendisinin anlattığı bir hatıra.
“Necip Fazıl ayakkabısını boyatacak. O zamanlar İstanbul’da iyi bir ayakkabı 10 lira. Sultanahmet’te (Yerebatanın oralarda) bir boyacı var. Ayakkabıyı 2,5 liraya boyuyor. Ayakkabıyı bırakıyorsun, sana terlik veriyor. 2 saat sonra boyanmış olarak alıyorsun. Ayakkabıyı bıraktık, Dolmabahçe’ye gittik. Oturduk, çay içtik, sohbet ettik. 2 saat sonra Üstad’ın ayakkabısını almak için Sultanahmet’e döndük. Ayakkabıyı aldık. Ben on lira verdim. Paranın üstünü bekliyorum. Necip Fazıl Bey, “Yurdakul Dağoğlu’nun ayakkabısı değil o ayakkabı, Necip Fazıl’ın ayakkabısı. Sür arabayı” dedi. Böylece paranın üstünü almadan gittik.
(Yurdakul Abi boyacının adını da söylemişti ama nerde bende o hafıza! Benim aklımda 10 lira diye kalmış. Yurdakul Abi 5 lira da vermiş olabilir.)
Ekrem Ayyıldız’dan naklen aktarayım.
“1940’larda Kars’tan İstanbul’a gelip yerleşmiş varlıklı tüccar bir ailenin çocuğu olarak iyi eğitim almış. Ortaöğrenimini İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamlıyor; okuldaki hocaları arasında ünlü yazar ve edebiyat öğretmeni Hakkı Süha Gezgin’den bahsederdi. Akabinde İstanbul Hukuk Fakültesi’ne başlıyor.
Fakültedeki ilk günlerini şöyle anlatırdı: “Büyük amfiye girdim. Nereye, hangi grubun yanına oturayım diye sağıma soluma bakınırken arka sıralardan biri ‘Hey dost!’ diyerek bana seslendi. Nuri Pakdil’le tanışmam ve dostluğum böyle başladı. Tabii kahveye düşmemiz de!”
Bir defasında Arif Ay İstanbul’a gelmişti. Necip Evlice de vardı diye hatırlıyorum. Onları Yurdakul Abi’yle tanıştırdım. “Nuri Bey’in İstanbul Hukuk’tan sıra arkadaşıdır” dedim.
Yurdakul Abi Nuri Bey’den gerçekten sıra arkadaşından bahseder gibi bahsetti. “Haa, Nuri. İdealistti. Ona şöyle dedim, dinlemedi beni” gibi cümleler. Bende Arif Abi’nin ve Necip’in bu sohbetten hoşlandıklarına dair bir izlenim oluşmadı.
Yurdakul Abi’yle anılara biraz daha devam etmek istiyorum. Henüz Reşat Şen’in adı hiç geçmedi. Halbuki Yurdakul Abi’yi anınca Reşat Amca’yı da anmak gerekir.
Neden Reşat Amca?
Babamın hem Düzce’deki Hafız Hasan Hoca’nın hafızlık kursundan hem de İstanbul İmam-Hatip okulundan arkadaşı. Fakir talebelere palto bulmaya çalıştığını anlatırken babamı da beni de ağlattığını hatırlıyorum. Babam, “Bunlar evliya” demişti Reşat Şen için.
