Şairlerin dolaşmaktan içtinap ettiği vadiler
O kadar da uzun boylu değil” Akif Beki’nin ‘Sıkıyönetici Buhran’dan sonra ikinci şiir kitabı.
Yine Elips’ten çıktı. Kapak tasarımını yine Türkiye’nin seçkin sanat adamı, ressam Ahmet Güneştekin yaptı.
Sanatkarane... İçerideki ‘maça beyi’ni kitabın kapağına yerleştirmiş.
Bir dil inşa etti Akif Beki, meramının nesre sığmayan boyutlarını söylemek için.
Bu, Beki’nin yazılarından, konuşmasından aşina olduğumuz dile akraba olsa da, ayrı bir dil.
Kelimelerin mutat anlamlarını taşırıyorsun.
Nesrin bir basamak yukarısına çıkıyorsun.
Söylüyorsun.
Ne söylediğini en iyi sen biliyorsun.
Öte yandan, okurun muhayyilesini serbest bırakıyorsun.
Muhatapların da hayatlarını veya kafalarını sana yaklaştırabildikleri nispette senin kelimelerine, mısralarına nüfuz edebiliyorlar.
‘Sıkıyönetici Buhran’ hakkında daha önce yazmıştım.
Akif Beki’ye özgü ‘nazm’ın havası, ritmi burada da devam ediyor.
Kendi hikayesi yine var.
“Bay Deki’den Hay Demez Olaydım’a” cümlesi bile yeter bir Akif Beki tecrübesinin içinde olduğumuzu anlamamıza.
Şu mısralar “Neden bitti” sorusunun devamında geçiyor.
“Ve evet, tavaftan sonra temsili üç şeytanı/Taşlıyorlar yetmiş kere/Büyük şeytan, küçük şeytan ve ortancası/Eşkalini taşlayan kostümlü iblisle kim ister dalaşmak.”
Yeterince alegorik.
Yani simgelerle, teşbihlerle anlatıyorsun.
Alegori, bir önceki kitapta da vardı. Bu defa adlandırmalar değişmiş. Kerkenezler’in, ‘Popçular’ın, ‘Şovmenler’in yerine şeytanlar, tanrılar, horozlar, imamlar gelmiş.
‘İmamın kayığı’ da var. Hatta “Katip masasındaki sinik bücür.”
Zaman zaman semboller asıllarla aynılaşıyor.
Şuradaki ‘adalet ve kalkınma’ biraz öyle olmuş: ‘Politik’ olan ‘poetik’ olanla haşır neşir.
“Bilmeyenin hakkı bilenden alınacaktı/Başaramayanın hakkı başarandan/Kaybedenin kazanandan farkı kapatılacak/Adaletle kalkınma adına/Nereden karıştı Nemesis, intikammış planı!”
Kim Nemesis?
Mitolojiye göre tekebbürü cezalandıran bir çeşit tanrı...
Son zamanlarda ayyuka çıkan şu ‘huzur’ durumu da belki Nemesis’in işidir:
“Üçer beşer huzur hakkı yiyenle huzur hakkı yenen huzursuzlukta bir”
Politik dedim ya, şu da ona dahil, hem de oldukça açık bir lisanla:
“Yok şu ağacın altı arsaydı, yok burası göz göze geldiğimiz yer/Eloğlunu bindirir imam kayığına, kendi ayak direr rantiyeci hain.”
Bir terslik var. Aklınızla kalbiniz ayrı ayrı yönlere itiliyor gibi. Bu itilişle hayatın içindeki kimi zaman paradoks olarak tezahür eden gerçeklik gösteriliyor.
Nazmı hayata uygularsak, biraz iktisadi biraz adli gerçeklik.
Şöyle ki:
“Sazdan feryadı çıkar, sözden Leyla’yı, dünyadan seni/faturadan elektriği, tutardan kasayı çıkar, sudan havuzu/Kalandan meblağı/mahpustan hapsi düş, aftan kanunu/Kafa kafaya verse savcılar, doldurabilir mi boşaltılan hayatları?/Ve boşaltılan kalbe hangi komiser geri yükleyebilir gideni?”
“Geri yükleyebilir misin karta, gelecekten çekileni de”
Bir de şöyle kadrajlamış Akif Beki, ‘idare’nin görünümünü:
“Gök gürlüyor üç pare/Şu geçen saltanat kayığı mıdır?/El etek öptürmeye koşuyor saçak bulut/Avamı Karagöz, eliti Hacivat/Memleket dediğin hayalhane midir?/Bak Karagöz oynatıyor idare/Kavgayı yarına ertelesek olmaz mı?”
Bir yönüyle oldukça açık. Bir yönüyle oldukça kapalı.
Bana öyle geliyor ki birbiri ardına şiirler, şiir kitapları o kapalı yerleri zaman içinde şerh edecek.
Nasıl olsa kimse yazmaz. Nasıl olsa şuaranın çoğu Akif Beki’nin dolaştığı vadilere gelmez.
Zira zamanımızda şairlerin de nasirlerin de bulunmaktan içtinap ettiği yerlerde dolaşıyor Akif Beki.