Üniversiteler ve hocalar niye var?

Mustafa Çağrıcı

Üniversitelerin ve oralardaki hocaların varlık sebebi nedir? Kısaca iki şey: 1. Alanlarında üretilmiş bilgileri öğrenmek, yeni bilgiler üretmek, analitik düşünme yeteneğini geliştirmek, sonuçta ilmî ve fikrî gelişmeye katkı sağlamak. 2. Bu bilgi ve fikirleri öğrencisiyle, toplumuyla paylaşmak suretiyle o bilim yuvasını kuran, hocalarını yetiştiren devlete ve millete borcunu ödemek.

Bir ülkede bilim kuruluşları bu iki noktada ne kadar başarılı olursa, ülke ve millet de o kadar başarılı ve hızlı gelişir. Modern dönemde önce Batı, ardından Uzak Doğu tecrübeleri bunu gösterdi. (Manevi gelişme için aynı şeyler söylenemez ama o başka bir konu.)

***

Osmanlı’nın gerilemesine yol açan bin sebep sıralanabilir; ama hepsinin ana sebebi, bilgi ve düşünce üretmesi gereken kurumların ve kadroların işe yaramaz hale gelmesidir. (Bazıları bu tespiti ‘Osmanlı karşıtlığı’ olarak yorumluyorlar. Tam tersi… Çünkü Osmanlı gerçekten insanî diyebileceğimiz birkaç yüksek medeniyetten birinin adıdır ve onun çökmesiyle sadece biz değil, insanlık çok şey kaybetti; bugün yaşananlar da bunu gösteriyor.)

Zaten Osmanlı idaresi de kendi eğitim kurumlarının dünyadaki gelişmelerin çok gerisinde kaldığını farketti. Tekke ve tarikatların resmî bir düzene sokulması, ıslâh-ı medâris çalışmaları; her seviyede pek çok modern okulun ve bilhassa Dârülfünûn’un (İstanbul Üniversitesi) açılması son derece hayırlı işlerdi. Ama geç kalınmıştı. Yine de bugünkünden daha ileri noktada olabilirdik. Ama önce I. Dünya Savaşı zayiatı, ardından –birçok iyi işlerin de yapıldığı- Cumhuriyet döneminin katı ideolojik zihniyet ve icraatı, bilimsel özgürlük ve gelişme hususundaki umutları en az bir asır geciktirdi. Hâlâ da eğitim-öğretimimiz, yukarıda sunduğum anlamıyla bilimsel gelişme ve verimlilik çizgisini yakalayamadı.

***

Bizim ilâhiyat alanını örnek vereyim. Halkımıza korkunç bir hayal kırıklığı yaşatan FETÖ ihanetinden sonra ülkemizde tarikat ve cemaatlerin gündem olduğu herkesin malumudur. Bu mesele akademik olarak önce ilâhiyat fakültelerindeki tasavvuf hocalarını ilgilendirir. Keza DAİŞ’in insanlığı ve ülkemizi hedef alan vahşi saldırıları, örgütün dinî referanslı olması nedeniyle ister istemez İslâm’ı gündeme getirmekte, bu da bütün ilâhiyat hocalarını ilgilendirmektedir. Son DAİŞ saldırısını yorumlayanlardan bazısının bu yapıyı “İslâmî terör örgütü” diye andıklarını izledim. Bazı insanların, özellikle gençlerin –açıkça konuşmaktan çekinseler de- terör, geri kalmışlık, “ahlâkı önemsemeyen dindarlık” görüntüleri gibi durumlarla İslâm arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı hususunda ciddi bir kuşku ve zihin karışıklığı yaşadıklarına dair bilgiler alıyoruz.

Tabii ki din gibi derin birikim isteyen bir konuda herkes tek başına doğru bir bilgi ve aydınlanmaya ulaşamaz. Bunun için din bilginlerinin toplum kesimlerini doğru, yeterli ve sürekli bilgilendirmeleri gerekir. Uzmanlığın değer gördüğü bir ülkede insanlar doğru bilgiyi uzmanlarından alırlar; çünkü öncelikle onlara güvenirler. Onlar da bu güveni hak edecek ilmî yeterlilik, özgürlük ve objektifliğe sahip olurlar.

Fakat biz ilâhiyat hocalarının –hepsi diyemem ama- önemli bir kısmı, akademik kariyer yapmaya başlayınca kendi alanının tarihî birikimiyle bir gönül bağı kuruyor, hatta bazıları o alanı neredeyse kutsuyor ve eleştirel düşünceye kapatıyorlar. FETÖ gibi, DAİŞ gibi sorunlar çıkınca da söyleyecek sözleri olmuyor. Biri çıkıp da “Bizi buraya getiren şu dinî kültürümüzü gözden geçirelim” dediğinde de “cemaat düşmanı” veya “modernist, reformcu” gibi suçlamalara maruz kalıyor.

Her şeye rağmen bu sorunu çözmek hem dinimize hem de insanımıza karşı borcumuzdur.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.