Fonksiyonel tıp yaklaşımı, çağımızın en önemli sorunlarından biri olan kronik hastalıkların kökenine iniyor.
Uzmanlar, bir kronik rahatsızlığın ortaya çıkması için üç temel şartın bir araya gelmesi gerektiğini belirtiyor.
Birincisi, genetik zemin veya ailede otoimmün hastalık öyküsünün bulunması.
Günümüzde Alzheimer, Parkinson, Haşimato, Graves, vitiligo gibi klasik otoimmün hastalıkların yanı sıra kalp-damar rahatsızlıkları, diyabet ve hatta kanserlerin bile otoimmün spektrum içinde değerlendirildiği görülüyor.
İkinci temel neden, bağırsak disbiyozisi yani bağırsak bariyerinin bozulması.
Vücudun bağışıklık hücrelerinin yaklaşık yüzde 70'i bağırsakların iç yüzeyinde yer alır.
Bağırsak sağlığındaki bozulma, bağışıklık sisteminin işlevini yitirmesine ve kendi dokularına saldırmasına (otoimmün tepki) neden olur.
Üçüncüsü ise, bu zeminin üzerine eklenen tetikleyici bir olay.
İnsan vücudu rutini sever; evlilik, boşanma, birini kaybetme, iş veya şehir değiştirme, hatta terfi almak gibi rutin dışına çıkaran her türlü olay ve stres, hastalıkları tetikleyebilecek bir 'kibrit çakması' etkisi yaratabilir.
TİROİD HASSASİYETİ VE İYOT DENGESİ
T24'e konuşan Prof. Dr. Nazan Uysal Harzadın'a göre, tiroid bezi, çevreden ve özellikle beslenme düzeninden en hızlı etkilenen organların başında gelir.
Tiroid sorunlarının artışında beslenme şeklinin ve çevresel faktörlerin rolü büyük.
Tiroidin sağlıklı çalışması için huzurlu ve sakin bir ortamın yanı sıra iyot, çinko, selenyum, D ve A vitaminleri gibi kritik hammaddelere ihtiyacı var.
İyot eksikliği veya fazlalığı, tiroidin hormon üretimini olumsuz etkileyerek vücutta tepkilere yol açar.
Özellikle kadınlarda sıkça rastlanan iyot eksikliğinin giderilmesinde kontrollü dozaj hayati önem taşır.
Yüksek doz iyot alımı, uyarım hormonu TSH'ın yükselmesine ve maalesef otoimmün tiroid problemlerini (Haşimato) tetikleyebilir.
Bu nedenle iyot takviyesinde herkes için tek bir doğru dozun olmadığı, bireysel ve güvenli aralıkta hareket edilmesi gerektiği vurgulanıyor.
PESTİSİT TEHLİKESİ: KİRLİ 12 LİSTESİ VE GIDA GÜVENLİĞİ
Besinlerin yetiştirilme aşamasında kullanılan tarım ilaçları ve kimyasallar, modern çağın en büyük gıda problemlerinden birini oluşturuyor.
Çevre Çalışma Grubu'nun (Environmental Working Group) yayımladığı ve tüm dünyada geçerliliğini koruyan En Kirli 12 (Dirty Dozen) listesi, tüketicilerin hangi ürünlerde daha dikkatli olması gerektiğini gösteriyor.
Bu listenin başında yıllardır çilek yer alırken, ıspanak ve elma gibi sık tüketilen ürünler yüksek pestisit kalıntıları nedeniyle risk grubunda.
Türkiye'deki raporlar da pestisit kalıntısında biber ve limonun üst sıralarda yer aldığını gösteriyor.
Bu kimyasallardan yüzde 100 arınmak, özellikle bitkinin kökünden özsuyuna karışan sistemik ilaçlar söz konusu olduğunda, çok zor.
Çiğ tüketilecek gıdaların (salatalar) riskinin daha yüksek olduğu, pişirmenin ve fermente etmenin ise bir miktar temizlik sağlayabildiği belirtiliyor.
Mutfakta karbonatlı veya tuzlu su çözeltisinde bekletme gibi yöntemler kısmi fayda sağlasa da, bu konunun devlet politikalarıyla çözülmesi gereken sınırlamaları bulunuyor.
Ayıplı tablo! Türkiye, gıda israfında zirveye oynuyor
FRUKTOZ TUZAĞI VE ELMA SUYU KONSANTRESİ UYARISI
Gıda etiketlerini okumak ve içeriği anlamak, paketli ürünlerin olası zararlarından korunmak için kritik öneme sahip.
Ancak uzmanlar, doğal olduğu düşünülen bazı tatlandırıcıların da tehlike yarattığına dikkat çekiyor.
Son dönemde popüler olan ve masum sanılan elma suyu konsantresi ve hurma suyu gibi alternatif tatlandırıcılar, yüksek fruktoz içeriği nedeniyle sürekli tüketimde metabolik risk taşıyor.
Uzmanlar, bu konsantrelerin kesinlikle tüketilmemesi konusunda uyarıyor.
Çünkü glikozdan kaçınırken yüksek miktarda fruktoza maruz kalmak, karaciğer yağlanması, insülin direnci ve obezite riskini artırabilir.
Fruktoz, tokluk hissini düzenleyen leptin hormonunu yeterince uyarmadığı için aşırı kalori alımına ve yağ depolanmasına neden olabilir.
Tatlı ihtiyacını gidermek için işlenmemiş bal (pişmeyen tarifler için) veya keçi boynuzu, kuru dut unu gibi doğal alternatifler tercih edilmeli.
BAĞIRSAK SAĞLIĞI VE GLÜTEN HASSASİYETİ İKİLEMİ
Glüten hassasiyeti, yalnızca çölyak hastaları için değil, aynı zamanda otoimmün veya spektrumdaki bir hastalığı olan pek çok kişi için önemli.
Glüten, bağırsak hücreleri arasındaki sıkı bağlantıları açan 'zonülin' proteininin kontrolsüzce üretilmesine neden olarak bağırsak bariyerinin açılmasına ve sızıntılı bağırsak sendromuna yol açar.
Bu durum, sindirilemeyen büyük moleküllerin ve hatta kendi bakterilerimizin bağırsak bariyerinden içeri girmesine neden olur.
Diyabet, insülin direnci ve kalp-damar hastalığı olan kişilerde bile bağırsak geçirgenliğinin arttığı görülüyor.
Bu nedenle, glütenli bir besin tükettikten sonra gözlemlenen uyku hali, yorgunluk, konsantrasyon bozukluğu veya cilt döküntüleri gibi şikayetler, non-çölyak glüten hassasiyetinin bir göstergesi olabilir.
Migreni olanlar bu yiyeceklerden uzak durmalı! Ah o çikolata...
TEMEL TAKVİYELER VE AKTİF FORM KURALI
Vücudun ihtiyaç duyduğu takviyelerin belirlenmesi için öncelikle kan tahlili yapılması önerilse de, modern yaşam koşullarında genellikle eksikliği gözlemlenen ve herkes için faydalı olabilecek üç temel takviye bulunuyor:
Omega-3: Diyetle yeterli vahşi somon, uskumru veya sardalye tüketilmiyorsa, omega-3 takviyesi sıklıkla bir eksikliği gidermek için gerekli.
Magnezyum: Kabızlık, uyku problemleri, yüksek kaygı düzeyi veya sürekli çikolata yeme isteği gibi belirtiler magnezyum eksikliğini işaret edebilir. Magnezyum, özellikle uykuyu desteklemesi için gece yatmadan önce, tek seferde alınmalı. Sitrat, bisglisinat ve malat gibi farklı formları, amaca göre (kabızlık için sitrat, uyku ve kaygı için bisglisinat, kaslar için malat) tercih edilmeli.
D3K2 Vitamini: Kalsiyumun emilimi ve kemiklere yönlendirilmesi için hayati önem taşıyan D3 ve K2 vitaminlerinin birlikte kullanımı önerilir. Kabaca her 10 kiloya 1000 ünite D3K2 damlası hesaplanabilir.
Ayrıca, takviyelerde sadece vitaminin ismine değil, vücut tarafından daha kolay kullanılan aktif formunun (örneğin B12 için siyanokobalamin yerine metilkobalamin, folik asit yerine folat) kullanılıp kullanılmadığına dikkat edilmesi gerektiği belirtiliyor.

