SALİHA SULTAN
Özcan Alper, 62. Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Yarışması’nda yer alan ‘Erken Kış’ filmiyle, sinemasının melankolik coğrafyasından tanıdık temaları, modern çağın en acımasız kavramlarından biri olan taşıyıcı annelik üzerinden sorguluyor. 30 Ekim’de Antalya Kültür Merkezinde yaptığı Türkiye prömiyerinde izlediğim film bana göre taşıyıcı annelik meselesinden çok, kayıp kimlikler, bastırılmış travmalar ve kapitalizmin dayattığı hapishane üzerine yoğunlaşan, psikolojik gerilimi yüksek bir deneme niteliğinde.
SINIRSIZ BİR RUHUN KAPALI MEKÂN GERİLİMİ
Filmin dramaturjik omurgası, Lia (Anastasia Tsiouras) ve Ferhat’ın (Timuçin Esen) Gürcistan sınırına uzanan araba yolculuğu üzerine kurulmuş. Başlangıçta bu, bir ‘yol filmi’ gibi görünse de, hızla psikolojik bir ‘oda filmi’ne, dar alanda geçen yoğun bir yüzleşme hikâyesine dönüşüyor. Karadeniz’in sisli, yağmurlu ve sert iklimi, Ferhat’ın içindeki varoluşsal ikilemin görsel karşılığı olarak kullanılıyor.
Ferhat, telefonunun sürekli çalmasıyla modern, yoğun ve kapitalist döngüye hapsolmuş bir arketipi temsil ederken; taşıyıcı anne Lia, anlaşmaya rağmen çocukla kurduğu bağın peşinden giderek Ferhat’ı bu ‘hapisten’ kurtarmaya çalışıyor. Lia'nın, uzun bir evliliğin yorgunluğunu taşıyan Ferhat'ı ayartma çabası, sadece fiziksel bir arzu değil, Ferhat’ın eşi Handan’ın (sesiyle film boyunca Ferhat’ı darlayan ‘gönder, gitsin’ diyen modern talepkârlığın sesi) kurduğu sistemi yıkma girişimi. Handan’ın Ferhat’a telefonun öte tarafından dile getirdiği "Keşke evlatlık alsaydık, seninle bir bağı olmazdı, eşit olurduk" cümlesi, taşıyıcı anneliğin bir başka kadındaki yıkıcılığını ortaya koyarken, aynı zamanda bir kadının eşi ile ‘eşit bağımsızlık’ arzusunu keskin bir şekilde özetliyor.
‘İNTİHAR HER ZAMAN FİZİKİ DEĞİLDİR’
Alper, bana göre filmin merkezine taşıyıcı anneyi değil, Ferhat'ın sıkışmışlığını yerleştiriyor. Ferhat’ın Artvin Hopa’daki köy evinde annesinin intiharını anımsaması ve "İntihar her zaman fiziki değildir, insan bazen yaşarken de intihar edebilir" repliği, filmin felsefi derinliğini ortaya koyuyor. Çünkü Lia'nın da yorumladığı gibi, esas hapishanede olan, denizde boğulmak üzere olduğu kâbusunu sürekli gören Ferhat’tır.
Sinema tarihinde dar mekânı gerilim unsuru olarak kullanan (örneğin Buried veya Locke gibi) kült yapımlarla kıyaslanabilecek araba sekansları, Timuçin Esen’in dar alandaki güçlü ve incelikli performansı sayesinde ayakta duruyor. Oyuncu, Ferhat'ın vicdan ile sistem arasındaki sıkışmışlığını başarılı bir şekilde izleyiciye geçirerek, yönetmenin üzerindeki yükü hafifletiyor.
Ancak filmin sembolik dilinde, arı şahini motifinin (talih kuşu/göç) Lia'nın boynundaki kolyeyle ve hikâyeyle tam olarak bütünleşmekte zorlandığı, biraz epizodik kaldığı hissediliyor.
POST-ANLATI VE CEVAPSIZLIK SANATI
Filmin sonunda ulaşılan sınır kapısı ve Ferhat'ın Lia'yı bıraktıktan sonraki gözyaşları, post-anlatı sinemasının bir örneği olarak izleyicinin yorumuna bırakılıyor. Ferhat, Lia'nın ayrılırken verdiği o katlanmış kâğıdı okudu mu? Biz göremedik. Ferhat’ın son sahnedeki gözyaşları, idealizmini satan bir iş insanının vicdan muhasebesi mi? Yoksa duvardaki üçlü bir fotoğrafta aynı karede göründüğü, Kazım Koyuncu ve yönetmenin ‘Sonbahar’ filminden tanıdığımız Yusuf karakterleriyle aynı kuşaktan olup, çoğunluğun yolunu seçmiş olmanın acısı mı?
Yönetmen Alper’in söyleşide Zweig’in ‘Clarissa’ romanındaki karakterin iki dünya savaşı arasındaki sıkışmışlığından bahsederek "Çok muhafazakarlaştık. Çok fazla siyah beyaz bakıyoruz her şeye. Bu yüzden filmde siyah ve beyaz bir bakış açısı sunmadık, bazı şeyler cevapsız kalsın" demesi, bu belirsizliği açıklıyor. Alper, sinemayı bir cevap aracı değil, bir soru sorma eylemi olarak kullanıyor.
Sonuç olarak, 'Erken Kış' köksüzlük ve yabancılaşma meselesini güçlü bir psikolojik gerilimle ele alıyor. Ancak finaldeki kurgusal acele, Ferhat’ın dramatik dönüşümünün duygusal geçişini tam olarak tamamlayamamış. Özcan Alper bir marka olsa da, film, bütünüyle bakıldığında bana göre en iyi film ödülü çıtasının bir tık altında kalıyor. Şahsen, görüntü yönetmeni, oyuncuların performansları ise Altın Portakal için daha güçlü adaylar. Bakalım, 2022’de ‘Karanlık Gece’ filmi Altın Portakal’da ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Senaryo’ ödüllerini alan yönetmene jüri yarınki ödül töreninde ne takdir edecek.
