Rüzgârı kalemine sığdıran bir hikâye ustası

Vecdi Çıracıoğlu,edebiyatımızdaki hikâye krizine ilaç gibi gelen ‘Maviden’ ile bizi Boğaz’ın kayıp lügatına ve sinematografik derinliğine davet ediyor. Yazar, 80’ler sonrasında yaşamlarımızdan silinen kadim deniz terimlerini yeniden canlandırıyor. Orkinosların İstanbul’dan kayboluşuna ağıt yakan bu etkileyici öykülerden, Metin Erksan ve Halit Refiğ gibi ustaların elinden çıkabilecek enfes Yeşilçam filmleri fışkırıyor. ‘Maviden’, bana göre şimdiden 2025’in en iyi hikâye kitabı!

Uzun yıllardır edebiyatımızda bir hikâye krizi var, maalesef tek tük iyi hikâye çıkıyor. Geçen yıl beni heyecânlandıran hikâye kitaplarından biri Rukiye Saran Aydın’ın ‘Beli Bükük ile Mezar Taşı’ydı, bu yıldan umudu tam da kesmişkense kadim ahbâbımdan Vecdi Çıracıoğlu’nun Edisyon Kitap’tan çıkan ‘Maviden’i geldi. Vecdi’yi hep Sait Faik-Halikarnas Balıkçısı-Zeyyat Selimoğlu çizgisinde bulmuşumdur, onlar gibi büyülü deniz hikâyeleri anlatır. Ayrıca, hemşehrim Hamdi Arpa’nın kitapları gibi bize bir deniz lûgatı da sunuyor, çoğuysa ‘80 sonrasında yaşamlarımızdan silinen kelime ve terimler. Bugün ‘anavaşya’ ve ‘katavaşya’ kelimelerini bilen kaç kişi var? Bırakın şehrin sözde yazarlarını, emînim balıkçılar bile bilmiyordur. Ben Boğaz’daki ‘anavaşya’ ve ‘katavaşya’ göçlerine yetişen kuşaktanım, iskele altlarına yuva yapan sevimli fokları da gördüm. Vecdi, ‘İo Geçidi’ başlıklı nefis önsözünde, bir balıkçının zıpkını vurmadan önce orkinosun ve kılıçbalığının gözlerine bakıp bakmadığını soruyor, ilahi Vecdi, orkinoslar ve kılıçbalıkları İstanbul’dan kaybolalı kaç yıl oldu, sen kırk beş de, ben elli diyeyim... Kitaptaki ‘Kofana’, ‘Deli Tayyar’, ‘Mavişim’, ‘Şâir’ ve ‘Garip’ hikâyeleri çok etkileyici, okurken hep aklıma televizyon filmleri geldi. Bugün Metin Erksan ve Halit Refiğ gibi ustalar olsaydı, bu hikâyelerden müthiş televizyonlar filmleri çekerlerdi. Hikâyelerdeki şiir bir yana, çok da sinematografikler. Vecdi’nin ‘Kofana’ hikâyesi Sadri Alışıklı ‘Ah Güzel İstanbul’ havasında, hemen kafamda hikâyeyi siyah beyaz Yeşilçam filmine çektim, başrolü de Danyal Topatan’a verdim. Onun ‘Garip’ hikâyesiyse bana anılarda kazı yaptırdı, kırk yıl kadar önce kadar Hisar’da derme çatma bir kulübeden Vecdi ve balıkçılarla birlikte bir garibanın cesedini çıkarmıştık, gariban uykusunda gelmeze gitmişti, bu hikâyeden de nefis film olur. Aralık ayına geldik, bana sorarsanız ‘Maviden’ 2025’in en iyi hikâye kitabı, kalemine sağlık arkadaşım!

Enis Batur’un ‘Söyleşiler Kitabı’, Ekrem Hayri Peker’in Bursa ve Hasan Akar’ın Tokat kitapları, Katja Hausten’in ‘Kayıp Zamana Dair’, Tayfun Haykır’ın ve Abdullah Kaan’ın ‘Anadolu’da Bir Mahfil, Çelebi Dergisi’ araştırması ve de Haydar Ergülen’in ‘Cömert Gül’ kitapları, önümüzdeki haftalara kaldı. Ancak, yazımı bitirirken, bir hususa daha değineceğim. Geçtiğimiz hafta Karar gazetesinde A. Yağmur Tunalı’nın ‘Emine Işınsu Roman Ödülü’ ile ilgili iki önemli yazısı çıktı, kaçırdıysanız da gazetenin internet sayfasından bulup okuyun, çünkü bu tür yarışmalardaki ödül zihniyetleri ve jüriler arasındaki bazı farkları A. Yağmur Tunalı dostumuz pek güzel açıklıyor.

TEOMAN DURALI’NIN İLKOKULDA İKMALE KALDIĞINI BİLİYOR MUYDUNUZ?

Timaş Yayınları’ndan harika bir ‘nehir söyleşi’ çıktı, ‘Öyle Geçer ki Zaman’, bir Teoman Duralı kitabı. Geçen gece uyku tutmayınca, notlar alarak okuyup bitirdim. Teoman Duralı, ezber bozan bir felsefeci, bir defa oradan ilgimi çekiyordu. Nasıl olur demeyin, TİP’e de MHP’ye de oy vermiş biri. Türk babadan ve Alman anneden olma, ailedeki büyük dayının Hasan Amca olduğunu okuyunca çok şaşırdım, bilmiyordum. Onun kadın erkek ilişkisiyle içme adabını büyük medeniyetlerdeki terbiye edici iki etken olarak göstermesine katılıyorum, altına imzamı atarım, maalesef ‘80’deki ‘toplum mühendisliği’ ile iki terbiyeyi de kaybettik. Erkeği, kadına, çocuğa, ağaca ve hayvana düşmân bir mahlûk olarak yeniden kardılar, ona nev-i beşer demek artık imkânsızdır, düpedüz mahlûk, aslan sütünü çok severim ama bugünün rakıcılarının hödüklüğünü görünce de içkili mekânlardan fellik fellik kaçıyorum. Baktım, Duralı ailesinden kimse hiçbir iktidarla uyuşmamış, Hasan Amca öyle, babası öyle, ağabeysi dersen tuhaf, Teoman Duralı öyle. Teoman hoca, okulu hiç sevmeyenlerden, ilkokul birinci sınıfta ikmale kalmak olur mu demeyin, olmuş, Teoman Duralı ikmale kalmış. İlkokul birde daha üçüncü gün okulu kırmış, tıpkı unutulmaz ‘400 Darbe’ filminin Antoine Doniel’i gibi. Alfabeyi çok geç öğrenmiş, çarpım cetvelini ise hiç öğrenememiş. Felsefe profesörüyken bile yedi kere sekiz kaç eder diye sorsanız, hesaplayamıyormuş. Orta birde on üç zayıf, neredeyse bütün dersler zayıf. Oysa, aklı fikri futboldaymış, ağabeyinin etkisiyle de sıkı Galatasaraylı olmuş. Boks ve dağcılık yapmış, yabancı dilleri anlayacak kadar kendi kendine öğrenmiş. Orta birde İngilizceden sıfır çeken bir çocuktan bahsediyoruz. Annesi Alman olmasına rağmen kendi kendine Almanca okuyup konuşmayı öğrenmiş, Tolstoy hayrânlığından Rusça dersi almış, Norveç edebiyatını pek sevdiğinden Norveç dilini öğrenmek amacıyla gemilere yazılmış, Malayca, Danca ve Farsça aklını çelmiş, doktorasını hazırlarkense Yunanca ve Latince çalışmış. ‘Öyle Geçer ki Zaman’da böyle nefis ayrıntılar var, mutlaka okuyun derim, kaybettiğimiz bir değeri pek yakından tanıyacaksınız.

SOKAK HAYVANLARI YASAĞINDA ‘NORMLAR HİYERARŞİSİ’ NEYİ EMREDER?

Bu hafta hepimizin içini acıtan bir karara da değinmek istiyorum: Ben ‘80 öncesinde hukuk okuyanlardanım. Tarık Zafer Tunaya, İsmet Sungurbey, Sulhi Dönmezer ve Ziya Umur gibi büyük hocalarımız vardı. Birinci sınıfta bize ilk öğretilen şeyse normlar hiyerarşisiydi. Bu hiyerarşinin en tepesine anayasa yazılır, sonra kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, tüzükler, yönetmelikler ve düzenleyici işlemler gelir. Örneğin, kanunlar üstündeki anayasaya aykırı olmaz, idarenin düzenleyici işlemleri de kendisinden üstün normlarla çatışamaz. Normlar hiyerarşisi devlet adamlığının da temelidir, bir devlet adamı normlar hiyerarşisine aykırı olan emir ve talimat veremez, çünkü böyle bir emir ve talimat hukuken yok hükmündedir. Bunu bazı idarelerin halkın sokak hayvanlarını beslemesini yasaklamasına ilişkin bazı düzenleyici işlemler yapması nedeniyle yazıyorum, vicdân ve merhâmet bahsine hiç girmeyeceğim, onlar insanlıkla ilgili değerlerdir, benim kasdım şimdilik sadece hukuk normları. Valiler, kaymakamlar veya belediye başkanları normlar hiyerarşisine uymak zorundadır. Bir idarenin halkın sokak hayvanlarını beslemesini yasaklaması demek, hayvanlara kasıtlı olarak kötü davranmak, aç ve susuz bırakmak, bakımlarını ihmal etmek, onlara fiziksel ve psikolojik acı çektirmek demektir, fiilin başka bir anlamı da yoktur. Bunlarsa Hayvanları Koruma Kanunu’nda açıkça yasaklanmıştır. Hayvan haklarının insanlıkla ilgili değerlerine gelirsek de, bütün okurlarıma, rahmetli hocam İsmet Sungurbey’in ‘Hayvan Hakları’ kitabını tavsiye ediyorum, son baskılarından birinin Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları’ndan çıktığını anımsıyorum.

YORUMLAR (6)
6 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.