Bir varmış bir yokmuş ile başlayan bir Yusuf masalı
2019-2020 eğitim öğretim yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ara tatil kararını Türk eğitim hayatına uygulamaya başlarken gerekçesini şöyle açıklamıştı:
“Ara tatilleri çocuğun yorulmadan öğrenmesini sürdürebildiği, öğrendiklerini unutmadan pekiştirebildiği; aynı zamanda ilgi alanlarını keşfedip sosyal, duygusal ve toplumsal gelişimini güçlendirdiği dengeli mola dönemleri olarak kurgulanıyor. Ayrıca bilimsel araştırmalar öğrencilerin belirli dönemlerde öğretim faaliyetlerine ara vermelerinin daha etkili olduğu ve öğrenmeyi kolaylaştırdığı, yaz tatili öğrenme kayıplarını azalttğı….”
Geçtiğimiz hafta ise Sayın Eğitim Bakanımız Yusuf Tekin Bey ara tatillerin kaldırılıp kaldırılmaması konusunu gündeme getirdi. Kaldırılma gerekçesini açıkladı:
“Kasım ve Nisan ara tatillerin kaldırılması konusunda velilerden çok talep geliyor. Çalışan anne ve babalar sorun yaşıyor. Çocuk tatil sonrasında okula tekrar gitmek istemiyor. Yine , öğretmenlerimiz ‘ara tatil sonrası çocuğun okula adaptasyonu zor oluyor’ diyor. Bu konuda iki yıldır analiz yapıyoruz. Bu yıl da yapacağız. Ondan sonra değerlendireceğiz.”
İki bakanımızda gerekçelerinde haklılar. Gerekçelerin eğitimde bir karşılığı var. Burada “Her şey zıddıyla kaimdir.” kelamını hatırlayalım.
Eğitimde birbirine zıt bu iki yaklaşım tarzını iki okul üzerinden değerlendirelim.
Ülkemizde geçmişi olan ve belli bir sistem üzerinde varlıklarını sürdürüp eğitim veren bazı okullar vardır. Ekseriyetle vakıf okulları böyle çalışır.
Yönetim kuru üyelerinden oluşan vakıf yönetimi altında yıllardır bu ülkenin çocuklarına belli bir bedel karşılığı eğitim vermektedirler.
Bu okulların bir eğitim şurası, eğitim politikası, misyonları ve öğrenciye yaklaşım felsefeleri var. Akademik yönü güçlü, temel becerileri gelişkin mutlu öğrenci yetiştirmeyi hedefleyip bu doğrultuda eğitim vermektedirler.
Her yıl eğitim öğretim başlamadan bir iki hafta önce uzmanlar tarafından öğretmene ve idari kadroya eğitim verilir. Eğitim kadrolarını eğitimlerle sürekli beslerler. Onları akademik bilgiden öğrenciye yaklaşımlarına kadar birçok yönden donanımlı hale getirler.
İdare ve öğretmenler dirsek temasıyla okulu koro yönetir gibi istişare uyumu içinde yönetirler.
Bir sorun çıktığında veli okul idaresi tarafından karşılanır. Sorunu idari birim çözer.
Velinin sınıfa gidip sınıfta soruna müdahil olmasına izin verilmez. Öğretmen ile muhatap olmasına da zorunlu değilse izin verilmez. Okul kendi iç bünyesinde sorunu hakkaniyet ölçüsünde kimseyi mağdur etmeden çözer.
Öğrenciler, doğru bir okul ortamında eğitilmeye, inşa edilmeye, şekillenmeye müsait hale gelirler. Verileni önemseyip verilene uygun ilerlemeye çalışırlar. Kuş uçumu her sese dikkatleri dağılmaz. Özür dilerimi ve teşekkürü günlük hayatlarında çokça kullanırlar.
Birde veli memnuniyeti merkezli okullar var. Camları, duvarları yola bakan bu okullar görünmeyi, gösterişi önemseyen reklam odaklı eğitime yaklaşımları var.
Öğretmenlerin ortalama çalışma süreleri kısadır. Öğretmen seçiminde akademik özellikler ikinci plandadır.
Okulun temel felsefesi veli ve çocuk merkezli bir memnuniyet ve geri dönüşüm.
Marka yarışı içinde olan çocukların sonradan parayı gören ebeveynlerin şımartılmış “ciks” ve “tiki” çocukları her dediğini okula yaptırmaya okulu kendi istekleri doğrultusunda döndürmeye çalışır.
Veli, okula her ay ödenenen meblağ kadar konuşma hakkını kendinde görür. Okul idaresi bu meblağı öğretmen ve eğitimden daha çok önemser.
Aksi durumlar çıkınca ebeveynler okula müdahale eder. Öğretmenler, ekmek parası deyip bir yanda dayanmaya çalışırken diğer tarafta maç bitse düdük çalsa da eve gitsek memnuniyetsizliği içindedirler.
Dış müdahaleler; okulu, eğitimi, idareyi, öğretmeni kendisi olmaktan uzaklaştırır. Eğitim günü kurtarmaya indirgenir.
Bu okullardan mezun olan çocuklar yola düşmüş üniversitelere kapağı zar zor atarlar.
Ziya Bey ve Sayın Bakanımızın farklı zamanlarda söylenmiş sözlerini bu iki okul merkezli değerlendirebilir miyiz?
Ancak sanayi merkezli kent toplumunda kadına iş istihdamı oluşturma konusunda muhafazkarı, milliyetçisi, Kemalisti yarış içinde. Kadın, ucuz ve sorunsuz iş gücü. Şirketlerin iştahını kabartıyor.
Kadının iş hayatına atılmasıyla Bakan Bey’in söylediği de kendisini haklı kılıyor:” Ara tatillerde çocuğa kim bakacak?”
Bu haliyle okulun işlevi de değişiyor. Okul, velilerin verimli çalışmaları için çocukların barındığı güvenli alana dönüşmüş oluyor. Modern okulların kuruluş amacı da buydu: Anne baba çalışırken çocuğu güvenli bir ortamda korumak, eğitmek.
Toplumu çekirdeğe sığdırdık. Çekirdek ailenin yükü modern toplumun taşıyamayacağı kadar ağır. Bir tek küresel aklın ürünü olan ekranlar çekirdek aileyi farkına varmadan altını oyarak yükünü taşıyabiliyor.
Ara tatiller, verimli ve sağlıklı bir tatile dönüşmeyince çocuklar ekranın başında ekranın esiri oluyor. Hal böyle olunca çocukların okula adaptasyonu zorlaşıyor. O zaman yine eğitim camiasının ara tatilleri verimli geçirmeleri için çocuklara bir yandan dinlenirken diğer yandan sosyalleşme alanları oluşturmaları lazım. Ekranı ve dijital dünyayı çocukların verimli bir şekilde kullanmaları için de içerik üretme ihtiyacını karşılamamamız lazım.
Aksi taktirde ara tatillerde ekranın başında kalkmayan çocuk okula gitmek istemez. Öğretmenlerin tabiriyle bir hafta boyunca ekran karşısında “Zombileşmiş” olarak okula giden çocuklar okulla uyum sorunu yaşarlar.
SRİ RAMANA MAHARSI “BEN BENİM”*
kitabında:
“Alem; beden olmadan, beden ise zihin olmadan, zihin de bilinç olmadan bilinç ise hakikat olmadan asla var olamaz.
Bir başka ifadeyle alem var olmak için bedene, beden zihne, zihin bilinci, bilinç ise hakikate muhtaçtır.”
Bunu şöyle de uyarlayabiliriz: Alan, içerik, aile ve sosyal ortam olmadan tatilde hakiki amacına hizmet etmiyor.
Yaptım, oldu dayatması, eğitim odaklı yol almaktan uzak dış etken odaklı hareket etmek Cumhuriyet tarihi boyunca alışkın olduğumuz bir maalesef !
Dışardan müdahaleler ile işlerin yolunda gitmediğine isyan eden 28 Şubat eğitim bakanı Hükmet Uluğbay’ın sürüklendiği durumu biliyoruz.
20 milyon öğrenci 1 milyon 100 binin üstünde öğretmen hakkında bir karar alırken aklı selim düşünüp bir istişare kurulu oluşturmak lazım. Memleketin, çocukların, öğretmenin, eğitim öğretimin bekası için verilen kararın sağlıklı olanda karar kılmak lazım.
“İstişare” bizim kültürümüzün bir parçası. Tarihimizde hayati kararaların verilmesinde “istişare etme” örneklerini çokça görebiliriz. “Hendek”olayı bunlardan biri. Sayın Eğitim Bakanımızın içinde bulunduğu camianın çok iyi bildiği vakıf olduğu bir hayat tarzı.
Hasılı Ziya Bey konuya eğitim fakültesi akademisyeni olması hasebiyle pedagojik açıdan, Yusuf Bey Parti’den gelen biri olarak tabandan gelen seslere kulak vererek yaklaşıyor.
Benim şahsi kanaatim Sayın Eğitim Bakanımız konuyu eğitim politikası merkezinde değerlendirirse daha sağlıklı karar vermiş olur.
Bir haksızlık yapıldığında ya da yanlış bir karara imza atıldığında aklıma Seyyit Rıza’nın İdam edilmeden önceki sözleri aklıma gelir “Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.”
Bu durum 20 milyon öğrenci için de geçerli.
*SRİ RAMANA MAHARSHI “BEN BENİM”
Kendini Bilme Üzerine Öğretiler.
Yayına Hazırlayan: David Godman.
Çeviren: Sedat Yüksel.
Stabil Yayınları
