“Bir Varoluş Hikayesi”nde Batı’ya akan nehir ve Bekir Karlığa
1980’li yılların ortalarında okul ile tanıştığımda öğretmene sorduğum ilk soru “Öğretmenim Avrupalı çocuklarla yaşıt olmamıza rağmen neden onlar bizden daha iri yarı ve biz onlara göre neden daha cılızız?”
“Çağdaş Medeniyetler Seviyesine” bizi ulaştırma misyonuyla kollarını sıvayan hocamız Batı’dan şehrimize gelmişti. Beklediği bir soruymuş rahatlığıyla: “Çünkü onlar bedenin ihtiyaç duyduğu vitaminleri yeteri kadar alıyor. Sizler bu vitaminlerden mahrumsunuz.”
Vitaminin ne anlama geldiğini bilmememe rağmen bizde olmayan bir şeyden bahsettiğini tahmin ettim.
On altı yıl cumhuriyetin modern eğitim kurumlarında eğitim aldım. Tüm eğitim öğretim sürecimde medeniyetin başlangıç noktası Batı’ydı. Geri kalmamışlığımızın temel nedeni de Batı’yı yeteri kadar anlayıp örnek almadığımız dayatmasıydı. Okula adım attığımız anda fötr şapkalı insanların okul duvarlarına asılı fotoğraflarını gördükçe dikte beynimizde nüksediyordu. Modernleşme dayatması fötr şapkalı adamların gölgesinde eğitim alan genç dimağları Batı karşısında yetersizlik algısına doğru sürüklüyordu.
Derken yıllar sonra televizyonu açtığımda TRT’de “Batı’ya Akan Nehir” yazılı bir belgesel.
Önce biraz bakayım dedim. Sonra biraz daha biraz daha derken ekranın içinde kendimi buldum. Her bölümünü iple çekip ekranın karşısında nefes almadan izledim. Uzun süreli kuraklıktan sonra suya hasret kalmış toprak misali seyrettikçe birkaç kez daha seyreder oldum. Evet Batı’ya Akan Nehir. Bizim hal-i pür melalimizi anlatan bir belgeseldi.
Belgeselin mimarı, fikir babası, akademik emekçisi Prof. Dr. Bekir Karlığa, Göbeklitepe’yi medeniyetin başlangıç noktası olarak ele alıp 12 bin yıllık medeniyet tarihini anlatıyordu. Okullarımızda öğretilen ezberleri, dayatmaları boşa çıkarıyor. Medeniyet’in bir ulusa kıtaya millete mal edilmeyeceğini dile getirip medeniyet, tarih boyunca yer ve yön değiştirmiş değiştirmeye de devam ediyor, diyordu.
Londra BBC film ekibinin çalışmasını yaptığı Batı’ya Akan Nehir belgesinin çekimleri 16 ülkede yapılmış, 3 yıl sürmüştü. 160’ı yabancı olmak üzere 220 bilim adamıya görüşülüp konuşulmuştu. Belgeseli on üç yılda dünyanın farklı ülkelerinde 100 milyona yakın insan izlenmişti.
Medeniyet olgusunun Batı’nın tekelinde olmadığını söyleyen Bekir Karlıağa: “Benim asıl amacım İslam medeniyetinin ve Türklerin medeniyete katkılarını dünyaya anlatmak.”
Daha sonraları Bekir Hoca meseleye sadece Müslümanlar ve Türkler açısından değil bütün insanlık açısından bakmamız gerektiğiyle perspektif pencerelerini genişletiyor.
Bekir Hoca’nın meramı aklıma “Tarihçilerin Kutbu” nehir söyleşi kitabında Halil İnalcık Hoca’nın söylediklerini getirdi: “Osmanlı tarihini yazmadaki amacım Avrupalıların yazıp okuttuğu Osmanlı’nın Balkanlardaki sömürgeci anlayışını yıkıp dünyaya hakikat ışığında bir Osmanlı Tarihi okutmak.” Bu amaçla kalemi eline aldığını söylüyordu
Bekir Karlıağa Hoca’nın Duruş yayınlarından “BİR VAROLUŞ HİKAYESİ” adıyla nehir söyleşi kitabı geçtiğimiz ağustosta yayınlandı. Söyleşiyi ince eleyip sıkı dokuyan sorularıyla Müjdat Uluçam yapmış.
Bekir Karlıağa “BİR VAROLUŞ HİKAYESİ”nde doğduğu, çocukluğunun geçtiği 1950’li yılların Besni’sinden başlayıp günümüz Türkiye’sine kadar yaşadıklarından Türkiye’nin içinde bulunduğu geçirdiği siyasi ve kültürel değişimi anlatıyor.
“BİR VAROLUŞ HİKAYESİ” Bekir Hoca’nın hikayesi üzerinden Türkiye’nin; bilim, kültür, sosyal, ekonomik tarihine dair de önemli bir kaynak eser.
Güçlü bir hafızaya sahip olan Bekir Hoca akademide de bir derya. Doğu’yu ve Batı’yı hıfzetmiş. Olayları birçok perspektiften görüp okuyucunun bilgi pencerelerine ışık tutmuş ve okuyucusuna Doğu Batı arasında doğru bir bilgi akademisinde ikamet etme rehberliği yapıyor eserinde.
Sorular okuyucunun kitabı okudukça aklından geçip sormak istediği yerindeliğe sahip. Dilin akıcılığı, Bekir Hoca’nın konusuna vakıfiyeti cevapları, bir çağdan bir metropole açılan kapılar beş yüz sayfalık kitabı bir çırpıda okumamızı sağlıyor.
Bekir Hoca felsefe tezini çürütmek için okumalara başlayıp felsefenin elzemliği inancı doğrultusunda akademi dünyasındaki çalışmalarını devam ediyor. Bilim dünyasının kutbu sayılan Gazali, Biruni, Farabi, İbni Sina, ibni Rüşt, Eflatun, Sokrates hıfzediyor. Sonra onların İslam dünyasına katkılarını dile getiriyor.
İslam dünyasından öğrendikleriyle medeniyet nehrinin sularını kendilerine doğru akıtan Batı’yı ve Batı’nın gizlediği kaynak menbalarını gözler önüne esiyor. Batı dünyasındaki değişime vesile olan aydınlanmayı ilmek örer gibi takip ediyor. Okumak, tanımak, vakıf olmak Karlıağa Hoca’yı kıtalar arası medeniyetler buluşmasına, seminerlere, konferanslara bazen düzenleyici bazen konuşması bazen katılımcı olarak bulundurtuyor. İslam dünyasının geri kalmışlığına dair bakış açısını değiştiriyor.
Bir Varoluş Hikayesi’inde medeniyetimizin kaç asırlık sorularına da yaşadıklarıyla dile getiriyor, ışık tutuyor: Kanuni Devri’nden biraz sonra içine kapanan medreselerin kendini yenilemeye karşı çıkmalarının İslam dünyasını sürüklediği çıkmazları, zihnimizi şekillendiren İmam Hatip Okullarının öğrenciyi dünyadaki gelişmelerden haberdar etmesiyle bizi yeni okumalara teşvik etmesi, Türkiye’nin milli eğitiminin pozitivist ve materyalist siteme göre dizayn edilmesinin bilime yaklaşımdaki yanlışları, felsefenin ateizmle eş değer bir eğitim olduğu kanaatinin yanlışlığı, devletin Kürt gençlere ısrarla “Siz Türksünüz” dayatması ve gençletin sola kayması, sinema dünyasının manevi değerlere yukardan bakan kibri, pozitivist kafayla ders veren öğretmenlerin öğrencileri mankurtlaşması, Cevdet Sunay’ın Besmelesiyle Atatürkçülüğün laikliğin furyaya dönüşmesi, 2010’dan sonra eski körlüğüne dönen Avrupa Birliği, Faransız Devrimi’nin yakıp yıktığı kütüphaneler, Endülüs’teki kütüphanelerin büyük bir kısmı yakılıp yıkıldı kalanlarla Avrupa Rönesansı’ne gerçekleştirdi diyen Marie Curie, 28 Şubat’ta Zekeriya Beyaz’a verilen liste, Türkiye’yi parçalamak için Marmara İlahiyatı kullanan Almanya bağnazlığı, oryantalistlerin medeniyeti Araplaşma ile kısıtlamaları… hasılı liste uzadıkça uzuyor. Bekir Hoca, insanlığın can damarına akan kanı yer yer birer cümle halinde eserinde insana anımsatıyor.
“Bir Varoluş Hikayesi”inde farklı insanlar ile buluşmalarının kendisine kattıklarını da dile getiriyor. Nuri Pakdil ile tanışmasının kendini klasik romanları okumaya yöneltmesi. Munir Nurettin Selçuk dinletileri. Fethi Gemuhluoğlu buluşmaları. Paris’te Muhammed Hamidullah’ı her hafta ziyaretleri.
Hasılı “Bir Varoluş Hikayesi”inde Bekir Karlıağa 1950’li yıllarda Besni’den başlayıp Urfa, Diyarbakır, Muş, Maraş, İstanbul, Paris, Belçika, Londra, Amerika’ya uzanan fikir ve mekan yürüyüşünde “Cebimde parayla yattığım zaman kendimi Allah’a isyan etmiş sayarım. Onu ihtiyacı olana ver.” diyen babasının hikmetli sözleriyle bizi okumaya davet ediyor.
