Kar Musikisi *

Bu hafta ekranlarda duyduğumuz ses ve manşetlere okuduğumuz haber: “Yılın ilk karı düştü.”

Devamında da karın zamansız düştüğüne, insanların kara hazırlıksız yakalandığına dair şikayetler.

Hoş kara nasıl hazırlıklı yakalanır onu bilmem.
Ama günümüz modern insanı her şeyi kontrol altına alıp kendi istekleri doğrultusunda yönetip yönlendirmek ister ama aması var işte. Gökten inen, hesaba kitaba bakmaz.

Eski toprak dediğimiz insanlar bu konuda yaşanmışlıklardan yola çıkıp kokladıkları havadan karın yağıp yapmayacağını dair bir öngörüde bulunurlar ve ona binaen tedbiri elden bırakmazlardı.

Ben 80 ve 90’lı yıllarda bu insanlara şahit oldum. Akşamdan kokladıkları havaya bakıp bu hava kar getirir, derlerdi ve bizler güne beyaz örtüyle gözlerimizi açardık.
Onlar, iklim tabiatından şikayetçi olmayı haya kabul eder ve iklime bağlı hayata hazırlıklıydılar.

Şerafettin Dağlarında çobanlık yaparken bir sabah keçelerimizin altından karla uyandık, demişti babam bir hatırasında. Çocukluğumda anlattığı bu hatıra bana bir masal gibi gelmişti. Dağ, keçe, çoban, koyun, sürü, kurt, çadır, yayla, kar, soğuk. Bu kelimeleri yapboz parçaları gibi birleştirir bir masala dönüştürürdüm.

İlk kar toprağa düştüğünde, sırtına düşen lapa lapa üşümeleri toprak hissettiğinde acaba ne düşünür acaba? İnsanlar gibi hazırlıksız yakalandım deyip şikayetçi mi olur? Yoksa şikayetten kendini beri tutan toprak; gündüzü çalışmak için aydınlık, geceyi dinlenmek için istirahat vakti kılan mesajı kendine uyarlayıp sinesine düşen cemreyle birlikte envai nebatata hayat vermekten yorulduğunu anlayarak dinlenme vaktinin geldiğini rızayı ilahi olarak kabul edip şükür mü eder?

Sezai Karakoç , “Kar Şiiri”nde
“Karın yağdığını görünceKar tutan toprağı anlayacaksınToprakta bir karış karı görünceKar içinde yanan karı anlayacaksın” mısralarıyla toprağın haline tercüman olmuş.

Toprağa tutunan kuru otların son kökleri ilk karla üşür, titrer, sağa sola savrulurlar. Sonra karın lapa lapalığı altında kalırlar. Onlar, gelecek baharda köklerinden çıkacak yeni filizlere yerini bırakma buyruğununun razılığını yaşar.

Ağaçlar, ilk karı karşılamada şaşkın olmazlar. Epeydir sararıp solan yaprakların kendilerini terek etmelerinden kışın geleceğini bilirler. Çıplak bedenlerine kar ilk lapasını vurduğunda irkilip üşümezler. Kaç kışı böyle geçirdiklerini birbirlerine dillendirir. Karın sırtlarında yuva kurduğuna da şahittirler. Fıtratlarındaki diriliği anımsayıp kendilerini tabiatın akışına bırakır. Kışa, kara, borana ve en çetin rüzgara karşı kök saldıkları toprağa tutuna tutuna hayatta kalacaklarını bilirler ve mevsimin gereğini yaşarlar. Üşüyen, yorulan kuşlara durup dinlenme barınağı olmayı da ihmal etmezler.

Kuşlar. Kışın hayat dolu cıvıltıları. Fırtınanın el aman dedirttiği zamanlarda bile cıvıltılarından geri durmazlar. Cıvıltıları dünyaya hayat olur, dünyayı kanatlandırır.

Karın ilk aklığına en çok telaşlanan kuş serçedir. Telaşları, topraktan midelerine giden bir iki kurtçuk ve toprağa düşen kırıntıdan mahrum kalmaları olmasa gerek.
Bir gıdımlık canlarını borandan kardan koruyup bahara varmanın telaşı. Serçeler beyaz örtüyü gördüklerinde kuyruklarını dik tutar. Uçup konmalarını, ötüşlerini sıklaştırır. Sonra
bir gıdımlık canı verenin her ahval ve şeraitte kendilerinin rızkını da verir, halini yaşarlar.

Birkaç gün sonra ilk karın telaşı onlarda yerini sükunet dolu keyfe bırakır. Pencere ve kapı pervazlarından çıkıp beyaz örtünün göğsüne incelikle konup konup havalanırlar. Serçelerin kardaki ayak izleri insanın kalbinde bir acıma ve merhamet haritasına dönüşür.

Köstebek ve kirpinin de yeryüzündeki saltanatı ilk karla sona erer. Beyaz üşümeyi tenlerinde hissettiklerinde yerin altına çekilirler. Yerin karanlık dehlizlerinde toprağın sıcak nefesine sığınıp hayatta kalma uykusuna dalarlar.

Karın yağışına tilkiler sevinir. Tavşanlar ürperir.
Tilki, katil avcıyı ayak izinin peşine düşürür. Avcıyı kandırmanın kurnaz oyununu avcıya oynatır. Etrafında dolanıp duran avcıya hayatı dar eder. Avcıyı yenilgisiyle baş başa bırakıp yeni izler bırakır başka avcılar için.

Ürkek tavşansa, etinin avcının ağzını sulandırdığını bilir. Bir iki zıplama dışında kulaklarını beyaz soğuğa tutar ve bir kucaklık yuvasına çekilir.

İlk kardan sonra börtü böceğin havada esamesi okunmaz. Uçarken düşüp ölen kelebekler gibi onlar da kaldıkları yerde kalakalırlar.
Cenap ŞEHABETTİN’in “Elhan-ı Şita” şiirinde dediği gibi “Bir beyaz melek kanadının tüyü gibi** “Eşini gaib eyleyen bir kuş
gibi kar” havalanmaya devam eder.

Karın yağışı, hayatı dinginleştirir. Hayata sadelik ve sükutluk katar. Adımlar yavaşlar, nefesler derinleşir, dizlerin bağı bağlanır, gövde ağırlaşır. Kar ateşi, yüzleri, saçları, gözbebeklerini, geleceğe dair hayalleri, umutları ısıtsa da yaz kahkahaları artık geride kalmıştır. Tabiatın ruhu uzun kış gecelerinde derin bir uykuya hazırlanmaktadır.
Ahmet Muhip Dranas’ın “Kar” şiirinde dediği “Sırf unutmak için, / unutmak ey kış! / Büyük yalnızlığını dünyanın.” Yeniden dirilmenin unutkanlık uykusu tabiatta başlar.

İlk kar muhakkakki en çok insanı telaşlandırır. Belki de telaşlandırırdı demeliyim. Çünkü Türkiye 2000’li yıllardan sonra tabiata bağlı hayattan uzaklaştı. Kent toplumuna dönüştü. O telaşlar köylerde, kasabalarda kaldı.

Dağ başlarına, yaylalara, yükseklere düşen ilk ‘kar’ın kokusundan kamil olanlar sonrasını anlardı.

Karanlık soğuk gecelerde kar üstüne karın yağacağı uzun gecelere tekmil tedbirler alınırdı.

Evlerin yeni yıkanmış serin taşlıklarına dirgenler, oraklar, tırpanlar, tırmıklar… yaza ait alet adavat kaldırılıp gizemli bir masal kahramanı gibi dizilirdi.

Ambarlar bir kez daha kontrol edilir. Yazın başı pişirme pahasına kışa aş olacak erzakların kışa yetip yetmeyeceğine dair kanaat hasıl olurdu.

Kurutmalıklar ambarlara konulur, turşular kurulur, buğdaylar bulgura dönüştürülür, erişteler kesilir, tutmaçlar açılır, odunlar, tezekler çardağa, çatıya istif edilirdi.

Hayvanın yaşlısısı, kısırı; ekinin ihtiyaç fazlası satılır. Çoluk çocuğun lastiği, gocuğu; geline, kıza basmalar alınır. Fistanlar, pijamalar dikilir. Tenler de kışa hazır olurdu.

Koyunun, kuzunun, ineğin, dananın, atın, eşeğin de hazırlıkları için samanlıklar, ahırlar, ağıllar kontrol edilir. Soğuk geçiren delikler tıkanır, pencereler, toprak damlar elden geçirilirdi.

Ve artık hayat kışa hazırdı. Necatigil’in tabir ettiği lenger lenger kar yağar. Güvercinler uzun kış gecelerinde beyaz ilahilerini söyler. Ete kemiğe bürünen gurbet türküleri yakılır. Soba çatırdar. Başında toplanan çocuklara babaanneler, anneanneler masallar anlatır. Kurt ulumaları çocuk rüyalarına girer. Kızılca kıyameti koparan fırtınanın sahibinden medet umulur.
Çorbanın buğusu odayı yayılır. Bugün de doyduk, şükrüyle sofradan kalkılır. Ezan minareden sarka sarka kendini duyurur. Ahmet Haşim’in “Ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay” “Müslüman Saati” yaşanırdı.

Kar, kış ve uzun geceler insanı Yahya Kemal’in “KAR MÛSIKÎLERİ” şiirine götürür:

“Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.”

Ey Okuyucu sizi daha fazla söze boğmadan Kalan Müzikten çıkan ve Aylin Şengün Taşçı’nın seslendirdiği “KAR MÛSIKÎLERİ” şarkısını dinlemeyle baş başa bırakayım.

* Yahya Kemal BEYATLI nın “KAR MÛSIKÎLERİ” şiirinden.

** Bir beyâz rîşe-i cenâh-ı melek
gibi kar (mısranın özgün hali)

YORUMLAR (8)
8 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.