Bir Ankara rüyası
Sabah gözümü açtım, rüyam hâlâ mesaideydi.
Rüyamda kendimi Ankara’da, Tandoğan Meydanı’nda buldum. (Şimdilerde adı Anadolu Meydanı oldu.) Gökyüzü griydi; sanki güneş yıllardır uğramamıştı. Gri bir sabaha gri bir devlet binası yakışırdı. Rüyamda da öyle olmuştu.
Karşımda devasa bir yapı vardı: Üç katı yerin altında, dördü yerin üstünde. Camdan değil, betondandı. İçeri girdim. Duvarlar boyunca Atatürk sözleri sıralanıyordu:
“İsmet, bu ışığı kim söndürdü?”
“Memleketin her yanında uyanıklık gerekir.”
“Ulusun bekası, çayın saatinde demlenmesine bağlıdır.”
Koridorlar sonsuzdu. Her kapının ardında başka bir kurum, her kurumda başka bir kararname…
Kapıların üstünde şu cümleler yazılıydı:
“Bu kapı uyanıklar için kapalıdır.”
“Burada yalnızca gerekli kişiler gereksiz işlerle meşguldür.”
“Sessiz olunuz, millet uyuyor.”
Bir kapıdan girdim. Üzerinde “Millî Rüya Enstitüsü” yazıyordu. İçeride takım elbiseli biri bana döndü, bir dosya uzattı:
- “Buyurun, düş gördüğünüz tespit edilmiştir. Gerekli belgeler ekte sunulmuştur.”
Açtım. İçinde şunlar yazılıydı:
- Rüyanızda hangi Atatürk sözleri yer aldı?
- Bu sözleri nerede ve hangi kurumda gördünüz?Rüyanızda geçen kamu binaları Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun muydu?
Rüya gören kişi (Adı soyadı)
“Rüya, tarafımdan gönüllü olarak ve herhangi bir dış baskı olmaksızın görüldü.”
Tam o anda yüksek bir anons duyuldu:
“Dikkat! Bu rüya Atatürk’ü anmadan sona eremez!”
Panikledim. Duvarlara baktım, tanıdık bir söz aradım. Yoktu. Rüya, rüya olmaktan çıkıyor; bir kamu hizmetine dönüşüyordu. Tam pes edecekken, bir köşede o yazıyı gördüm:
“İsmet saat kaç?”
- Mustafa Kemal Atatürk.
Oh be, kurtuldum.
Uyandım. Ama Ankara hâlâ rüyanın içinde gibiydi. Grinin bin bir tonu, gözümün önündeydi.
