Nasibine hüzün düşmüştür...

Bugün sizinle “yetimin dünyası”na ilişkin duygumu, gönlümü paylaşmak istiyorum.

***

Onlar bekleyerek yaşar. Beklemek yorar. Gerçekte neyi beklerler? Bizi mi, gözyaşlarımızı mı, neyi?

​Onlar, en az bizim kadar hakikat olduklarını, yaşamlarının en az bizimki kadar sahici olduğunu, bizim gibi bir anneden doğduklarını söyler dururlar duruşlarıyla. Gülerler, oynarlar, sevinirler, üzülürler; heyecanları vardır, hüzünleri vardır.

​Yetim, hüzünle bakar aleme. Şefkatle bakar. Nasibine hüzün ve şefkat düşmüştür.

​O, şefkatle bakarken aleme, biz ona, “Siz uzaktan güzelsiniz;” der geçeriz. Nasiplenmeyiz dostluğundan. Gözlerinin içine bakarak konuşmayız. Gözlerinin içi hakikattir. Hakikatle göz göze gelmek istemeyiz çünkü. Alışmıştır. Alınganlık gösterip de bu tutumumuzu yüzümüze vurmaz. Yine de sever bizimle oyun oynamayı.

​Çok iyi bildikleri bir şey vardır: Bekledikleri şey hiçbir zaman gelmeyecektir.

Başlarına gelenin ne olduğunu anlarlar mı? Kim bilebilir ki?

​Bu hayat, bir bileni olmayan bir hayattır.

​Akşam üzerleri tarif edilmez bir hüzün çöker yetimin yüzüne, gönlüne. Bu hüzün, o denli somut ve serttir ki, örse yatırıp çekiçle şekil verebileceğiniz kadar elle tutulur ve hissedilir bir şeydir. Kendinden kaçan, kendine yürüyen; farkına varmaksızın, bir sonraki adımda yüz yüze geleceği kocaman bir hayatın egzersizlerini tekrarlayaduran yalnızlığın hüznüdür bu hüzün.

Kuşlar da hüzün elbisesiyle uçar. Kanatlarında çocuk, kanatlarında yetim hüznü.

​Mutlu pazarlar.

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum