Sözlerin donukluğunda/ sessizliğin derinliğine
Her şeyi sözlere indirgeme konusunda bir ısrarımız var. Bu zamanla zihinsel bir alışkanlığa dönüşüyor ve bizi kendi içine çekerek geri dönemeyeceğimiz bir noktaya sürüklüyor.
Sözlerin ifade gücünü inkâr etmek mümkün değil. Ama bazen, bu ifadeler sınırlarını aşamaz. Sözler ne kadar güçlü olursa olsun, derinlikleri tam anlamıyla açığa çıkaramayabilir.
Bazen insanın içinde, bazen iki insan arasında, bazen de hayatın en sessiz anlarında öyle şeyler olur ki orada sözler değil, sessizlik gerekir.
Bazı anlamlar yalnızca susarak, kelimeleri geri çekerek anlaşılır. Sözleri susturduğumuzda daha derin bir anlayış doğar. Asıl anlamı duymak için kelimelerden sıyrılmak ve sessizliğin gücünü kabul etmek gerekir.
Sözlerin ardında her zaman fazlası vardır. Bu derinliği yalnızca susarak işitebiliriz.
Sözler çoğu zaman duyguların en derin köklerine inemez. Söylediklerimiz, içimizdekini tam olarak yansıtmaz. Dile getirmek bazen azaltmak, hatta eksiltmektir.
Sözler donukluğa mahkûm olduğunda tüm potansiyellerini yitirir. Oysa anlam, çoğu zaman kelimelerin sınırlarının ötesindedir.
Sözlerin ötesine geçmek… Sessizliğin söylediklerini duymak… Gerçek konuşmalar, bazen sesin en derinindeki boşluklarda gizlidir. Anlam, çoğu zaman dile gelenin değil, gelmeyenin içindedir.
Sükût, dış dünyanın gürültüsünden arınmış bir içsel yolculuktur. Ona yaklaşmak, yalnızca susmak değil, sessizliğin içindeki hikmeti anlamaktır.
Sessizlik, bir tür yüceliş... Ve belki de en sahici anlam, sözcüklerin ardında, sessizliğin içinde bizi beklemektedir.
