Bir anneden bir anneye: Çocuklar günahsız, annelerinden ayrı düşmesin
19 Mart’ta tutuklanan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu 7 Haziran günü sosyal medya hesabından, her şeyden önce bir anne olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’a seslenmiş, Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan kadınların İstanbul dışına sevk edilmesinin yarattığı mağduriyeti anlatmıştı.
Dilek İmamoğlu’nun başka unvanlarla değil sadece “bir anne ve toplum vicdanının sesi olma sorumluluğunu yüreğinde hisseden bir kadın” olarak kaleme aldığı “günahsız çocukları annelerinden ayırmayın” diyerek seslendiği mektubuna geri dönüş olup olmayacağını merakla (bütün iyimserliğimle) bekliyordum.
Önceki gün eşi Ekrem İmamoğlu’yla birlikte tutuklanan çalışma arkadaşlarının aileleri için kurduğu “dayanışma platformunun” basın toplantısında bu çağrının akıbeti soruldu. Cevabı şöyle:
“Herhangi bir dönüş olmadı, mektubumu karşı tarafın vicdanına teslim ettim.”
Dilek Erdoğan 7 Haziran günü Sayın Emine Erdoğan’ın vicdanına teslim ettiği mektupta şu çağrıda bulunuyordu:
“Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan kadınlar, İstanbul dışındaki cezaevlerine sevk edilmeleri nedeniyle çocuklarından ve ailelerinden koparılmış durumdalar. Bu uygulama, yalnızca bu kadınların değil, geride kalan aile bireylerinin de hayatını derinden etkilemektedir. ‘Aile Yılı’ ilan edilen 2025 yılında, annelik gibi kutsal bir sorumluluğun bu denli ağır şekilde sekteye uğratılması, toplum vicdanını da derinden yaralamaktadır, günahsız çocuklar annelerinden ayrı düşmekte, bu ayrılık onların ruhsal gelişimlerinde onarılması güç izler bırakmaktadır. Sizden ricam; bu meselenin insani yönüyle ele alınması, ilgili kurumlarla istişare edilerek kadın tutukluların ailelerinden koparılmamaları yönünde bir çözüm geliştirilmesidir. Bu çağrımın siyaset üstü, vicdani bir çağrı olarak değerlendirilmesini istirham ediyorum.”
Dilek İmamoğlu bir anne bir kadın olarak vicdanen yapması gerekeni yaptı, bundan öteye yapabileceği bir şey de yok, şimdi sıra mektubu alan da…
***
Bu çağrı mektubu muhalif kesimde tartışıldı, hatta tartışılmanın ötesinde bir aydına, bir gazeteciye yakışmayacak şekilde hadlerini aşarak, oturdukları konforlu alanlarından Dilek İmamoğlu’na “nasıl yaparsın, sen nasıl onlardan medet umarsın, sana bu aklı kim verdi” diye hesap sormaya kadar götürenler oldu. Bir Cumhurbaşkanı eşi olmaktan başka vasfı olmayan, yasal bir yetkisi olmayan birine böyle bir çağrının yapılmasının “ahmakça”, “büyük bir aymazlık” olduğunu söyleyenler bile çıktı.
Dilek İmamoğlu düzenlediği basın toplantısında yaptığı çağrının kamuoyundaki yansımalarına değindi:
“Sosyal medyada çok tartışıldı, olumlu bulanlar oldu, çok fazla tepki gösterenler oldu, hepsini biliyorum, takip ediyorum, anlayabiliyorum. Olumsuz bulanların baktığı pencereden bakıyorum ve haklı olduklarını da düşünüyorum. Bir hukuk devletinde böylesi bir çağrıya ihtiyaç olmaz, ama adalet yok, adalet işlesin diye mücadele ediyoruz ama adalet yok, hukuki değil siyasi bir süreç işliyor bari kadınlara bu işkence çektirilmesin…”
***
Victor Hugo Fransız İhtilali döneminde büyük acılara sebebiyet veren giyotine karşı yazdığı “Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adlı kitabında “Başsavcıların eşlerinin sinirlerini bozmak gerekir. Çünkü bir kadın bir bilinç demektir” diye yazıyordu. (Sh.26)
Kitap, daha yazıldığı ilk dönemlerde ciddi tartışmalara yol açtı, sonrasında belki de birçok ülkede idam cezalarının kalkmasında büyük etkisi oldu.
Victor Hugo en zor dönemde, Greve Meydanı’ndaki idamları izleyerek yazdı. Ve büyük cesaret isteyen bu kitabı yazdığında 26 yaşındaydı. Dönemin muktedirlerinin adalet sistemini şu sözlerle sorguluyordu:
“Neden öldürmekte ısrar ediyorsunuz? Neden hakimler makine gibi idam kararları veriyorlar, hapisten kaçabilir diye mi bahane ileri sürüyorsunuz? Siz de tedbirlerinizi alın, eğer demir parmaklarınızın sağlamlığına inanmıyorsanız, neden o zaman hayvanat bahçesi kurmaya cesaret ediyorsunuz?”
İktidarlara da şu sözlerle insan olduklarını hatırlatıyor, “öç almak için cezalandırmak yoluna gitmeyin” ikazında bulunarak vicdanlara sesleniyordu. Hugo, makineleşmiş yargıçlara da şöyle sesleniyordu:
“Ölüm hükmünü verdiğiniz mahkumların aileleri var, vuracağınız darbe sadece mahkumu mu yaralıyor, bir de ailesi var aynı zamanda eşini, çocuğunu da yaralıyorsunuz, masumları da vuruyorsunuz. (Sh.30-40)
Bir kadın bir annedir, bir eştir ve bir bilinç, bir vicdan demektir.
***
“Mektubumu karşı tarafın vicdanına teslim ettim” diyen Dilek Hanım ne yaptığının gayet farkında, cepheden muhalefet edenlerin nefretle, öfkeyle yaptıkları tepkilerine aldırış etmemelidir. Tam da adaletin işlemediği, yargının siyasallaştığı ülkelerde, devleti yönetenlerin eşlerine vicdan aynası tutacak çağrılar yapılır, ayrıca gerekirse günahsız çocuklar annelerinden babalarından daha da fazla kopmasınlar diye aman da dilenir.
Çünkü söz konusu çocuklarsa, böylesi bir çağrının karşısında, ortaya çıkan böylesi bir tablo karşısında yeryüzünde anne olup da yüreği sızlamayacak bir kadının olmayacağını biliyorum.
Şunun altını çizmek lazım, bu sorun sadece İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yakın çalışma arkadaşı olan kadınlarla sınırlı değil. Benim tek eleştirim keşke Dilek İmamoğlu bu sorunu yaşayan bütün aileleri kapsayacak bir çağrıda bulunsaydı.
Bu kez Greve Meydanına bakarak okuduğum “Bir İdam Mahkumun Son Günü” kitabında Victor Hugo’nun altını çizdiğim şu sözleriyle yazımı bitireyim:
“Peki kralın adamları ‘uygarlık’ sözcüğünden ne anlıyorlar? Onun neresindeyiz? Adalet düzenbazlık ve üçkağıtçılık yapacak kadar, yasalar yedek çözümler bulacak kadar alçaldı! Kralın yargıçları başkalarını giyotin sehpasına göndererek kendi hayatlarını kazanıyor! Korkunç.”














