Zihinsel Dönüşüm

Şehir her gün eskir. Yıllarla yıpranır, yollarla yorulur. Anılarla boyanır, acılarla çırpınır. Narindir, iyi bakılmazsa solar. Hassastır, ihanete uğrarsa kokar.

Bugün kokmayan bir şehir var mı Türkiye’de? Meydanlar beton, caddeler egzoz, sokaklar yoksulluk, inşaatlar rant kokuyor. Türkiye’nin şehirleşme politikaları inşaat hesaplarından ibaret.

Türkiye’de inşaat sektörü o kadar tuhaf bir şekilde büyüdü ki her şeyi yuttu. Rantın pervasızca dağıtıldığı bu sektör şehirleri şantiyeye çevirdi. Fakat bu sektördeki orantısız büyüme, barınma krizini çözmedi, tetikledi. Depremle birlikte bir kez daha iyice anladık ki bugün Türkiye’deki bir numaralı problem barınma krizidir.

Halkın güvenli ve sağlam evlerde yaşamasını temin etmek devletin görevidir. Bu yüzden bunca yönetmelik yazılıyor, denetim kurulları oluşturuluyor. Ama her seferinde acı tecrübelerle öğreniyoruz ki bunların hiçbiri işe yaramıyor.

Türkiye’de çalışanların neredeyse yarısı asgari ücretle çalışıyor. Asgari ücret alan birinin büyükşehirlerde sağlam ve güvenli bir evde oturması mümkün değil. Yaşamak için işe ihtiyacı olan milyonlarca insan şehri terk edemiyor.

Alt sınıflar hayatın kenarında yaşadıkları gibi şehrin de kenarında yaşıyor. Hayatı biraz olsun izleyebilen orta sınıflar da artık şehrin dışına itiliyor. İşe gitmek için her gün saatlerce yol gidiyor, alın teriyle kazandığı parayı ay sonunda ev sahibine teslim ediyor. “Karın tokluğuna” değil “kira borcuna” çalışıyor.

Üstelik bunca kira ödenen evlerin durumu da korkunç. Korkunç derken abartmıyorum. Bu evlerin önünden geçerken dökülen sıvayı, çürüyen demiri, çatlayan tuğlayı çıplak gözle görmek mümkün. İlk depremde yıkılacaklarını bu evlerde yaşayanlar da biliyor. Ama başka çareleri yok.

Peki bu sektörden küçücük bir grup milyarlarca dolar kazanırken halkın büyük bir barınma krizi yaşamasının sorumlusu kim?

Bu ülkeyi yirmi yıldır yöneten, halkın güvenliğinden ve refahından sorumlu olan, rantı engellemesi ve sektörler arasında denge kurması gereken iktidar değil elbette. Bu durumda akla ilk dış güçler geliyor. Ancak bu, onlar için fazlasıyla yerel bir konu olabilir. O zaman olsa olsa birtakım devlet düşmanları sorumlu olabilir bu krizden.

Saçma mı geldi bu söylediğim? O halde Ak Parti grup toplantılarını takip etmenizi öneririm. O toplantılarda şöyle şeyler iddia ediliyor:

Aslında iktidar, kentsel dönüşüm projeleri ile bu sorunu çözmek istiyordu ancak devlet düşmanları buna izin vermedi. Kentsel dönüşüm projelerine itiraz edildiği için böyle oldu.

Binlerce insanın ölümünden dolayı sorumluluk kentsel dönüşüm projelerine itiraz edenlerdeyse bana da cevap hakkı doğar. Çünkü çıkardığım dergilerde, editörlüğünü üstlendiğim yayınlarda ve bu köşede inşaata, şehre, kentsel dönüşüme dair onlarca yazı yazmışımdır.

Ne yazık ki hiçbiri işe yaramadı.

Depremden beri öyle yorgunum ki uzun bir süre boyunca tek bir cümle daha edecek güç bulamadım kendimde. Köşemi de ihmal ettim bu yüzden. Okurlarımdan özür dilerim. Yine de derdimi anlatmak ve bir şeyleri değiştirebilmek için ısrarlı davranmam gerektiğini biliyorum. Tam buradan, kaldığım yerden devam ediyorum. Cevap hakkımı kullanıyorum:

Türkiye’de kentsel dönüşümün nasıl uygulandığını anlamak için Fikirtepe’den bir kez geçmek yeterli. Evi yıkılma riski taşıyan hiç kimse bugün o ucube binalarda yaşamıyor. Bu tür arızalı projeler ne yazık ki yalnızca rant oluşturuyor ve şehrin kimliğini değiştiriyor.

2-3 katlı eski evlerin yerine devasa rezidanslar dikmeye kentsel dönüşüm deniliyor. Eski evlerde yaşayanların bu yeni rezidanslarda barınamayacağı ve kentsel dönüşüm arazilerinin müteahhitler için orantısız zenginleşme aracılığı olacağını herkes biliyor. Şehrin nüfusunu kontrolsüz bir biçimde artıran, yoksula hiçbir katkı sunmayan ve barınma krizini derinleştiren projelere itiraz etmek, aklı başında her insanın görevidir.

Yıkılma riski bulunan binaların yenilenmesine hiç kimse itiraz etmiyor. Sadece bu yenilenmenin şehrin kimliğini değiştirmeden, ranta kapı açmadan, yeşil ve yatay mimariyi unutmadan, şehre ihanet etmeden ve yoksula kapıyı göstermeden yapılması gerektiği söyleniyor.

Eski evlerin yenilenmesini önleyenler kentsel dönüşümün adil yapılmasını isteyenler değil, imar barışı getirenlerdir. 2018 yılında hükümetin açıkladığı imar barışı broşüründe şu ifadeler yer alıyor:

“Ülkemizdeki imara aykırı yapıların %50’in üzerinde olduğu bilinmektedir. Bu da yaklaşık olarak 13 milyon bağımsız birime tekabül etmektedir. Bu yapılarda daha çok dar gelirli vatandaşlar oturmaktadır.”

Aslında bakanlık, son cümlede bu krizin temel nedenini tespit etmiş. Riskli binalarda yaşayanların çoğunlukla yoksullar olduğunu, depremde ölmenin de sınıfsal ve doğal olarak politik olduğunu ortaya koymuş. Fakat 2018’den bu yana geçen beş yılda ne yoksulluk azalmış ne de yoksullar güvenli binalara taşınmış.

2021 yılında, o dönem editörlüğünü üstlendiğim ilkeanaliz.net sitesinde bu konuda bir röportaj yaptım. Deprem Araştırma Komisyonu Başkanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı gibi görevleri üstlenen Sayın İdris Güllüce’ye yönelttiğim sorulardan biri şuydu:

“Kentsel dönüşümle alakalı problemler de var. Mesela Fikirtepe örneği var, bu örnekle alakalı çok olumsuz tecrübeler anlatılıyor. Kentsel dönüşüm sonrası sınıfsal bir farklılık oluşmuyor mu sizce? Yani dönüştürülen bölgede eski evlerde yaşayan insanlar bu yeni evlerde yaşayacak imkanı bulamıyor. Bu bağlamda bir önlem alınabilir mi?”

Cevabından kısa bir kesit bırakayım:

“Kentsel dönüşüm denilince akla sadece teknik kısım geliyor. Bu işin aslında bir de psikolojik ve sosyolojik yanı var. Hepsi göz ardı ediliyor. (...) On yedi katlı, her şeyin otomatik olduğu bir binada o bölgenin insanları kendilerini iyi hissetmiyorlar zaten.”
(İlgilisi için tamamı: https://www.ilkeanaliz.net/2021/10/07/idris-gulluce-ile-mulakat-zihinsel-devrime-ihtiyac-var-2/ )

Çevre ve Şehircilik Bakanının bile hak verdiği ve paylaştığı bu eleştiriler bugün bir suç gibi anlatılıyor. Kentsel dönüşümün insani ve ahlaki olmasını savunanlar, afetlerdeki ölümün sorumlusu olarak işaret ediliyor.

Şimdi deprem bölgesine yeni şehirler inşa edilecek, tüm Türkiye’de kentsel dönüşüm projeleri hız kazanacak. Birtakım müteahhit çetelerinin iştahının kabardığını tahmin edebiliyorum. Eğer kentsel dönüşüm projelerine yönelik eleştiriler şeytanlaştırılırsa, rant iştahının çok daha kötü sonuçlara yol açacağı aşikar.

Türkiye seçime gidiyor, kentsel dönüşüm projelerini hangi iktidar yönetecek henüz bilmiyoruz. Ama ben bu köşeden peşinen ilan edeyim: Yeni Fikirtepe’lere izin vermemek ve tüm riskli binaların bir an önce halk lehine, adil, çevreci ve insani bir şekilde dönüştürülmesi için konunun takipçisi olacağım.

Bu konular şimdiye kadar sıkı bir şekilde takip edilseydi bunları yaşamazdık. Geçtiğimiz haftalarda Mahmut Saklı’nın davetiyle, Marmara Grubu tarafından düzenlenen 26. Avrasya Ekonomi Zirvesine katıldım. Eski cumhurbaşkanlarının konuştuğu oturumda Sayın Abdullah Gül de bir konuşma yaptı. Gül şöyle dedi:

“Bütün devletlerin orduları var. Devletler, bir savaş olma ihtimaline karşı bu orduları sürekli hazır tutmak için çok büyük paralar harcıyor. Savaşlara karşı orduları hazırladığımız gibi afetlere karşı da kurumları ve şehirleri hazırlamamız gerekiyor.”

Bu basit ve haklı talebi diri tutmalıyız. Yaşadığımız son afette bir savaşa girmiş kadar can kaybettik. Daha büyük bir tehlike ise kapımızda. Daha fazla zaman kaybetmeden, yoksulu yerinden etmeden şehirleri ve kurumları hazırlamak zorundayız.

Seçim dönemi halk için fırsattır. Tüm partilerin bu konuda yarışmasını sağlamalıyız. Bu yarışta partiler el yükselttikçe kazanan halk olacaktır. Kendi adıma, oy verirken en büyük kriterlerimden birinin bu konu olacağını ilan edip sizi de buna ortak olmaya davet ediyorum. Yeşil bir zihinsel dönüşüm başlatmayı başarırız belki böylece.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum