Her yer çok bir pembe

Hava cayır cayır yanıyor ama sinemada başka bir mevsim yaşanıyor; ‘Barbenheimer!’ Greta Gerwig’in yönettiği, Margot Robbie ve Ryan Gosling’in rol aldığı Barbie filmi ve Christopher Nolan’ın yönettiği, Cillian Murphy’nin başrolünde olduğu Oppenheimer. Zaten tahmin ettiğiniz gibi ‘Barbenheimer’ kelimesi de bu iki filmin isminin birleşiminden oluşuyor.

Bir yanda pembelerin havalarda uçuştuğu, fantastik plastik bir dünya, diğer tarafta 2. Dünya Savaşı sırasında atom bombasını yaratan bilim insanının biyografisi. Bu iki filmin yan yana anılması absürt gibi görülse de oldu mu oluyor işte.

Hasılata bakılırsa ‘pembe dünya’ atom bombasını geride bırakmış gibi görünüyor. Barbie filmi rekor üzerine rekor kırıyor. Barbie, Nolan’ın 2008 yapımı ‘Kara Şövalye’nin gişe rekorunu kırdı. Film ilk hafta dünya çapında 337 milyon dolar hasılat elde etti, Oppenheimer ise 174 milyon.

Film eleştirisi yapmayacağım, bu işi layıkıyla yapanların yanında hadsizlik yapamam ama 64 yaşındaki Barbie’nin oluşturduğu sektör, kadının sosyal hayattaki konumuna dair neden eleştirilerin odağında olduğu mevzusu, güzellik endüstrisine etkisi ile anlatılmaya değer detayları var.

Öyle ABD’de falan değil, bizim topraklarda da filmle beraber tatlı tatlı pembe rüzgarlar esmeye başladı. Sosyal medyada film göndermeli paylaşımlar bir yana, saçını Barbie gibi boyatan, Barbie temalı düğün, doğum günü partisi yapan bile duydum. Onca sıkıntı arasında pembe bir pencere açanları eleştirmek de ne kadar hakkaniyetli bilemedim.

Film, Barbie Land’ın renkli dünyasından gerçek dünyaya yolculuk eden Barbie ve Ken’in hikayesini anlatıyor. The Guardian filmi şu cümlelerle özetliyor: “Şenlikli, şeker gibi feminist bir masal.”

İyi de Barbie feminist bir film mi? Üstelik feminizmi 50 yıl geriye götürdüğü bile ciddi ciddi tartışılan Barbie bu filmle kadın hakları savunucularını mutlu edebilecek mi?

Greta Gerwig feminist ideallerin pek çoğunun pratiğe döküldüğü bir dünya kurmuş, sonra onu alıp gerçek dünyayla çarpıştırıyor. Filmin konusu ile ilgili biraz detay vermekte yarar görüyorum. Barbie ve Ken, anaerkil bir toplum olan Barbie Land’in renkli ve mükemmel dünyasında, pembe panjurlu evlerinde mutlu mesut yaşıyor. Her şey Barbie’nin kontrolü altında. Gerçek dünyaya gitme fırsatı ele geçince işler değişiyor. Garibim Ken, gerçek hayatta ataerkil bir toplumda yaşamanın faydalarını fark ediyor. Barbie Land’e geri dönüp diğer hemcinslerine ataerkil bir toplumda yaşamayı öğretiyor. Sonrası orta yol bulma çabaları şu bu... Aslında izle, eğlen, geç ama popüler kültür durumu öyle bir hale getirdi ki... Birileri hala Barbie’nin güzellik sektörüne yanlış etkisini anlatıyor, bazı feministler böyle feminist film mi olur diyor. Öyle böyle film, tüm zamanların rekorunu kırmaya doğru ilerliyor.

7451664b.jpg

SADECE 64 YAŞINDA

9 Mart 1959 günü doğdu Barbie. Mattel oyuncak firması ilk kez bu tarihte New York’taki oyuncak fuarında Barbie bebeği satışa çıkarttı, fiyatı sadece 3 dolardı. Sadece ilk yılında 300 binden fazla bebek satıldı. Sonrasında etrafında gelişen milyar dolarlık sektöre bakınca insan ister istemez “vay anam vay” diyor.

O günden bu yana popüler kültürün en etkili, en tartışılan figürlerinden biri Barbie.

Öncelikle Barbie’nin etrafında dönen eleştirilerden başlayalım. Barbie gerçekçi olamayacak kadar kusursuzdu. Özellikle genç kızların vücut standardına bakışını öyle bir noktaya getirdi ki, gerçekçi olmayan beklentiler yüzünden milyonlarca genç kadını depresyona soktu. Yeni yapılan araştırmalar bile kadınların yüzde 80’inden fazlasının, Barbie bebeklerin genç kızlara gerçekçi olmayan vücut beklentileri teşvik ettiğini düşündüğünü gösteriyor.

Barbieler ortaya çıkana kadar kız çocukları oyuncak bebeklerle sadece gelecekteki anne rolleriyle oynuyordu. O sarışın güzel ortaya çıkınca kariyer kızları olarak da geleceklerini ‘oynamaya’ başladılar.

İlk yıllarda Barbie’nin fiziksel görünümünün ırkçı olduğu eleştirilerinden sonra firma 1968 yılında ilk siyahi Barbie bebek Christie’yi piyasaya çıkarttı. 1980’de de Hispanik Barbieler doğdu.

Barbie’nin görünümü öyle bir kusursuzluk ölçüsü olarak kabullenildi ki, Mattel kalıcı olarak 49 kiloya ayarlanmış bir tartı içeren pijama partisi Barbie’sini ve ‘Nasıl kilo verilir’ adlı bir kitabı piyasaya çıkarttığında genç kızlara ‘ideal görünüm’ de satıyordu adeta.

2015 yılına gelindiğinde firma bu eleştirilerden kurtulmak için yeni bir Barbie seti oluşturdu; uzun boylu, minyon ve balık eti. Marka bugün 35 ten rengini, 97 saç stilini, dokuz vücut tipini temsil ediyor.

Dönelim filme ve etrafında oluşan sektöre. Yönetmen, senarist ve oyuncuların mesaisi bir yana asıl çalışan pazarlama ekibi oldu. Barbie film temalı ürünlerin miktarı akıl almaz derecede fazla. Dünyaca ünlü giyim firması Gap, Barbie temalı bir koleksiyon hazırladı. Spor ayakkabı markası Superga, bir kapsül koleksiyonla akıma selam çaktı. Kozmetik ürünleri tahmin edersiniz tabii ama beni en çok şaşırtan bir mobilya markasının Barbie Land’deki evlerde kullanılanlara benzer tasarımları satışa çıkartması oldu. Burger King, Brezilya’da pembe sosla süslenmiş sınırlı sayıda üretilen Barbie Cheesburger’ini yok sattı.

Filmle ilgili herhangi bir kelimeyi aradığınızda Google’ın pespembe olduğunu, pembe pembe yıldızların yanıp söndüğünü görüyorsunuz.

Barbie, filmi ve etrafında oluşan bütün promosyon ürünleriyle ya böyle bir hayat mümkün olsaydı diye düşünmemizi istiyor.

Barbie promosyonunun her yeni parçasında, ya gerçek ve mümkün olsaydı diye hayal etmemiz isteniyor. Hayata Fransız şarkıcı Edith Piaf’ın meşhur şarkısı La vie en rose’da (hayata pembe gözlüklerle bakmak) dediği gibi bakmak hoş olmaz mı?

HAVAYA BİR ŞEYLER OLUYOR

2023’ün havasında bir tuhaflık olduğu kesin. Öyle bilimsel makale okumaya gerek yok, geçen hafta o sıcakları tüm hücrelerimizde hissederken olağandışı durumlar yaşadığımızı ilk elden deneyimledik.

Rekor kıran sıcak ve aşırı sağanak yağışlar arasında gidip gelirken hemen hepimiz iklim değişikliğini suçladık. Bir noktaya kadar yanlış da değil, ancak bilimsel çalışmalara bakınca sadece insan kaynaklı iklim değişikliğinin havanın neden bu kadar havai olduğunu açıklamadığını öğreniyoruz.

2023’ün aşırı sıcak ve iklim felaketlerine yön veren 4 faktörün olduğu söyleniyor. Biri insan kaynaklı faktörler. Atmosfere sera gazı salan insan faaliyetlerinin sıcaklıkları her 10 yılda ortalama 0,1 derece artırdığını biliyoruz. Buna ek olarak üç tane de doğal faktör var. Biri El Nino, diğeri güneşteki dalgalanmalar ve büyük bir su altı volkan patlaması. Tüm bu faktörler birleşip voltranı oluşturuyor ve küresel ısınmayı şiddetlendiriyor. Kötü haber alışılmadık derecede yüksek hava sıcaklıklarının en az 2025 yılına kadar devam etmesinin çok yüksek bir olasılık taşıması.

El Nino, tropikal Pasifik’te yüzey sularının yön değiştirip ısınmasıyla birkaç yılda bir meydana gelen bir iklim olayı. Yukarıdaki atmosferi ısıtan El Nino, dünyadaki sıcaklıkları ve hava düzenini etkiliyor. Önceki en güçlü El Nino 2016’da yaşanmıştı. El Nino’nun zıttı olan La Nina batıya doğru akan, atmosferdeki ısıyı emerek dünyayı soğutan Pasifik akıntılarını anlatıyor. Üç yıllık La Nina’dan yeni çıktık, yani daha büyük bir sıcaklık dalgalanması yaşıyoruz.

2023’ün ortalarında artan Pasifik deniz suyu sıcaklıklarına dayanan iklim modellemeleri dünyanın 2016 yılından bu yana en güçlü El Nino’ya gitme ihtimalinin yüzde 90 olduğunu gösteriyor. Yandık ki ne yandık!

İnsan kaynaklı ısınma, El Nino ile birleşince Haziran 2023’te rekor sıcaklıklar yaşandı. İran 67 derece gibi inanması çok güç rekorları gördü.

Bir de güneş dalgalanmaları var. Güneş sabahları doğup orada öylece parlıyor gibi görünebilir ama aslında yayılan enerjisi birçok zaman ölçeğine göre değişen, çalkalanan bir top. Yavaş yavaş da ısınıyor ve hesaplara göre yarım milyar yıl içinde Dünya’nın okyanuslarını kaynatacak. Daha çok var demiyoruz tabi çünkü etkilerini görmeye başladık. Güneşin enerji çıkışı, tekrar eden 11 yıllık bir döngü boyunca 1000’de 1 bir değişiklik gösteriyor. Biz bunu fark etmiyoruz tabi ama dünyanın iklim sistemi etkileniyor.

Volkanik patlamalar da küresel iklim değişikliğine neden olabiliyor. 2022’deki Tonga’nın Hunga Hunga Tonga-Hunga Ha’apai’ndeki patlama da soğutma değil ısıtma etkisine sahip.

İşte tüm bu etkenler insan kaynaklı küresel iklim değişikliğiyle birleşti mi? Alın size ateş topu. Bütün bu gelişmelere bakınca önümüzdeki birkaç yılın zor geçeceğine ikna olmak için kristal küreye bakmak gerekmiyor. Dünyanın küresel sıcaklığının 2028 yılına kadar geçici de olsa 1,5 derece artması yüzde 50’den fazla bir ihtimal. Olasılık bizim lehimize değil gibi görünüyor.

Haa bir de yeni bir araştırma daha var, onun senaryosu da Barbie filmi kadar pembe değil. Atlantik Okyanusu’ndaki önemli bir akıntı sistemi bu yüzyılda insan kaynaklı iklim değişikliği baskısı altında çökebilir ve Batı Avrupa’yı Alaska’ya çevirebilir.

kr11-sicak.jpg

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum