Mücadele ‘aşı’nın kaderinde var

Aşının tarihine bakınca kaderinde hep mücadele görüyoruz! Aşı karşıtlığı fenomeni üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan, Kanada Guelph Üniversitesi Felsefe Bölümü profesörlerinden Maya Goldenberg, aşı karşıtlığının bilimi yanlış anlamaktan daha çok bilimsel kurumlara ve hükümetlere olan güvensizlikten kaynaklandığını iddia ediyor. Goldenberg’e göre insanların tereddüt etme nedenleri ‘dönem’leri ve ‘yaşanan’ yerlerin kültürel kaygılarını yansıtıyor. Örneğin 1970’lerde toksinlerden endişe eden çevreciler aşıları reddediyordu. İç savaş yaşanan ülkelerde ise aşılar hükümetlerin silahları olarak algılandı.

McGill Üniversitesi Tıp Tarihi Bölümü akademisyenlerinden Agnes Arnold-Forster ise tarihsel olarak hükümetler ya da bilimsel kurumlar nedeniyle zarar gören ya da ezilen kişilerin aşılara direnme olasılığının daha yüksek olduğu görüşünde. Diğer endişeler; ebeveyn özerkliği, inanç temelli itirazlar, kısırlık, sakatlık riski şeklinde sıralanıyor. Zaman periyotları değişse de aşı karşıtlığının altında yatan politik ve manevi duygular, köklü inançlar, Edward Jenner’in 1796 yılında çiçek aşısını bulduğundan beri pek değişmedi. Kovid-19 aşılarına karşı yapılan muhalefet ise bu uzun hikayenin sadece son bölümü… Geçmişten bugüne kısa bir aşı yolculuğu yapalım...

‘Aşı’nın atası variolasyonun Çin’den Osmanlı’ya yolculuğu

Aşının atası variolasyon tekniği. Çinlilerin 15’inci yüzyılda uyguladığı bu teknik birkaç yöntemle uygulanıyordu. Çiçek hastalığını hafif geçirenlerin yaralarından alan kabuklar, toz haline getirilip sağlıklı kişinin burnundan ince bir çubukla veriliyordu. Variolasyonun bir başka yönteminde de sağlıklı kişilerin derisi çiziliyor, hastalardan alınan döküntüler deri üzerine sürülüyordu. Böylece sağlıklı kişilerde bağışıklık oluşması amaçlanıyordu. Bu yöntem Çin’den Orta Asya’ya yayılıp Kafkaslara ve oradan da Osmanlı’ya geldi.

Avrupa’da kullanılması ise ‘Osmanlı İmparatorluğu’ndan mektuplar’ ile tanınan yazar ve şair Lady Mary Wortley Montagu tarafından popüler hale getirildi. İngiltere’nin Osmanlı’daki büyükelçisinin eşi olan Montagu, 1717 yılında İstanbul’da bu uygulamayı öğrendi. Oğluna İstanbul’da, kızına ise İngiltere’de variolasyon yapıldı.

“Aşı olursan hapisten çıkarsın!”

Variolasyon İngiltere’de uygulanmaya başlandığında muhafazakar İngiliz doktorlar tarafından dirençle karşılaştı. Halkta da direnç öylesine fazlaydı ki İngiltere’deki deneysel çalışmalarda mahkumlara bu uygulamayı yaptırıp hayatta kalırlarsa özgürlük sözü verildi. Bununla birlikte bu prosedürün de bazı tehlikeleri vardı ve tekniği geliştirmek için pek çok çalışma yapıldı.

Bildiğimiz anlamda ilk aşı 1796 yılında İngiliz Edward Jenner tarafından uygulandı. Bilim insanının geliştirdiği çiçek aşısı tıpta bir çığır açmış olsa da eleştirilerin hedefi oldu. Aşının etkinliğine inanmayan bazı şüpheciler, çiçek hastalığının atmosferdeki çürüyen maddeden kaynaklığında iddia etti. Bazıları da kişisel özgürlüklerini ihlal ettiğine inandıkları için aşıya karşı çıktı. Jenner çiçek hastalığına karşı ilk aşıyı bulduğunda aşılama bugün olduğundan çok daha riskli bir uygulamaydı. Hijyenik koşullarda gerçekleştirilmediğinde ikincil enfeksiyona neden olabiliyordu. Ancak sağladığı koruma neden olduğu zararlardan çok daha fazlaydı.

1853’te İngiltere’de bebeklerin üç aylık oluncaya kadar çiçek aşısı olması zorunlu hale getirildi. Daha sonra yaş şartı 14’e çıkartılsa da aşı reddi için cezalar eklendi. Kendi bedenlerini ve çocuklarını kontrol etme hakkı talep eden vatandaşların direnişleri de gecikmedi. En ünlü aşı karşıtı gösteri 1885’de Leicester’da yapıldı. Yaklaşık 100 bin kişi pankartlarla yürüyüş yaptı. Gösteriler sonrasında aşı ile ilgili bir komisyon kuruldu, 1898’de de aşı karşıtlarına ceza uygulaması kaldırıldı.

ABD’de 1902’deki çiçek hastalığı salgınının ardından Massachusetts eyaletinin Cambridge şehrinde tüm halkın çiçek hastalığına karşı aşılanması zorunlu kılındı ve ilginç bir dava yaşandı. Şehirde yaşayan Henning Jacobson, kendi vücudu üzerindeki hakları ihlal ettiği gerekçesiyle aşı olmayı reddetti. Buna karşılık şehir Jacobson hakkında suç duyurusunda bulundu. ‘Aşı ret’çisi yerel mahkemeyi kaybettikten sonra ABD yüksek mahkemesine başvurdu. Mahkeme 1905 yılında devletin bulaşıcı bir hastalık durumunda halkı korumak için zorunlu yasalar çıkarabileceğine karar vererek Jacobson’ın aleyhine karar verdi.

'Aşılı' olduğu ortaya çıkan 'aşı karşıtı' doktor

1885’te Montreal’deki çiçek hastalığı salgını sırasında önde gelen aşı karşıtı bir doktor olan Dr. Alexander M. Ross binlerce broşür bastırıp dağıttı. Broşürde yazanlar aşı karşıtlarının Kovid-19 aşılarına karşı kullandığı argümanlara çok benziyor: “Aşı çiçek hastalığını önlemez aksine aşılama çiçek hastalığını artırdı. Çiçek hastalığı salgını bir yalandır. Dünyanın seçkin doktorlarının yayınladığı tıbbi kanıtları okuyun. Aşı virüsü bir zehirdir, tüm organik sistemlere nüfus eder. İyi beslenmek, temizliğe dikkat etmek çiçek hastalığını önler. Beni kınasalar da bu davayı savunmaya devam edeceğim... 20 yıldan daha kısa sürede bu aşının dehşet verici etkilerini göreceğiz...”

Dr. Ross, aşılamanın çiçek hastalığını önlemediğini, ancak frengi ve çiçek hastalığı gibi diğer kötü hastalıklara neden olduğunu ve çocukları öldürdüğünü söyledi. Ünvanı ‘Dr.’ y da ‘Prof’ olan birkaç kişinin iddialarını da broşürüne ekledi. Ross, çiçek hastalığının salgın olmadığını, hükümetin ve doktorların salgınla ilgili anlamsız bir panik yaptığını iddia etti. Salgının resmi rakamları ise bunu söylemiyordu. İronik bir dipnot ekleyelim: Salgın sırasında Dr. Alexander M. Ross’un da aşı olduğu ortaya çıktı!

Aşı ruleti

ABD’de 1920’lerden 1970’lere kadar difteri, boğmaca, çocuk felci, kızamık, kabakulak ve kızamıkçık için aşı geliştirildi. Enfeksiyon oranları, çocuk felci vakaları azaldı. Aşı yaptıranların sayısı giderek artıyordu. Ama 1982 yılında yayınlanan ‘DPT:Aşı Ruleti’ adlı bir belgesel çok şeyi değiştirdi.

Belgeselde DPT (difteri, boğmaca ve tetanosa karşı yapılan karma aşı) olan çocukların nöbet geçirdiği, aşının beyin hasarına neden olduğu iddia ediliyordu. Ailelerle, doktorlarla yapılan röportajlar hikayelere inandırıcılık kattı. Oysa ateşin neden olduğu nöbetler DPT’nin iyi bilinen bir yan etkisiydi. 1974’te yapılan bir çalışmada DPT uygulamasından sonraki 24 saat içinde 36 çocukta nörolojik komplikasyon geliştiği bildirildi. Ancak çalışmada çocuklar uzun süre takip edilmedi! Daha sonraki araştırmalarda ne nöbetlerin ne de aşının uzun süreli beyin hasarına neden olmadığı anlaşılsa da bu durum aşı karşıtlığının artmasına neden oldu.

Sahte araştırma

MMR’nin (kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşısı) otizme ve bağırsak hastalıklarına neden olduğu iddiasını duymuş olabilirsiniz. 1998’deki sahte bir araştırmayla ortaya atılan bu iddiaya inananların sayısı ne yazık ki hala çok yüksek. İngiliz gastroenterolog Andrew Wakefield MMR aşısının 12 çocukta otizme neden olduğunu acıkladı ve araştırma raporu hakemli tıp dergisi Lancet’ta yayınlandı, medya bu iddiaya atladı! Bu yayınlardan sonra aşı oranı düştü. Daha sonra MMR aşısının güvenirliliği üzerine yapılan birçok çalışmada aşı ve otizm arasında bir bağlantı bulunamadı. Wakefield’ın çeşitli şekillerde finansal kar elde etmek için verileri tahrif ederek sahtekarlık yaptığı ortaya çıktı. 2010 yılında Lancet Wakefield’ın araştırmasını yayından kaldırsa da yarattığı korku fırtınası devam etti.

2010 yılında çalışması geri çekilmesine ve İngiltere’deki doktorluk lisansı iptal edilmesine rağmen Wakefield günümüzde de aşı karşıtlığı hareketinin liderlerinden biri.

Argümanları saygın bilim insanları tarafından pek çok kez çürütülmesine rağmen aşı karşıtlarının ‘kanaat önderleri’ hala etkili olabiliyor. Görünen o ki aşı zorlu mücadelesine devam etmek zorunda. Umalım ki Kovid-19 salgınında da kazanan ‘aşı’ olur...

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum