Bu ekonomiyi hangi dış mihrak istemez ki...
Ocak 2003-Ocak 2018 arası...
Tam 15 yıl 1 ay.
Ya da 180+1 ay.
Türkiye’nin toplam ihracatı 1 trilyon 777 milyar dolar. İthalatı ise 2 trilyon 754 milyar dolar. Geçen sürede verilen dış ticaret açığımız ise 976 milyar 746 milyon dolar.
Diyoruz ya, dış açığımız enerji ithalatından kaynaklanıyor. Ocak 2003-Ocak 2018 döneminde enerjiye ödediğimiz toplam fatura 557 milyar 546 milyon dolar. Ama ithal ettiğimiz enerjinin de 69 milyar 187 milyon dolarını geri ihraç etmişiz. Net enerji ithalatımız 488 milyar 359 milyon dolar.
Eeee... Dış açığımız hani enerjiydi? Enerji dışında da net açığımız 488 milyar dolar 387 milyon dolarmış. Nerede ise tam yarı yarıya.
Düşünsenize, 15 yılda toplam dış açığımız 976 milyar 746 milyon dolar; enerji hariç dış açığımız bile 488 milyar 387 milyon dolar.
Her ay 5 milyar 396 milyon dolar dış ticaret açığı veren bir ülkeyiz.
Her ay 2 milyar 698 milyon dolar enerji haricinde dış açık veren bir ülkeyiz.
Böyle bir pazarı, böyle bir dış bağımlı ülkeyi kim istemez.
YALVARIRIM YENİ PROGRAM
Yıllardır her gittiğim mecrada yazıyorum. Eskiden çıktığım her kanalda söylemişimdir. Allah rızası için değiştirin şu IMF-Derviş ekonomi programını.
AK Parti 2002 sonunda iktidara geldiğinde kucağında hem bir kriz hem de o krizin çözüm reçetesini bulmuştu. Reçeteyi yazan ise Kemal Derviş - IMF birliğiydi.
O reçete kamunun kasasını doldurmayı ve bankaları güçlendirmeyi amaçlıyordu. Çünkü 2001 krizine neden olan sorun bu iki kaynaktı.
Ve bundan önce hiç tamamlanmayan IMF önerileri harfi harfine nerede ise yapıldı. IMF programı ile 2007 yılına kadar sorun çok büyük oranda aşıldı. “Faiz Dışı Fazla” modeli ile kamu tasarruf etti. Bankalar ise yurtdışı borçlanma ve düşen faizler ile büyük karlara ulaştı.
IMF’nin programı miadını doldurmuş olmasına rağmen uygulanmaya devam edildi. Hatta IMF’nin borcu bitti, önerileri bitti ama hâlâ o program uygulanıyor.
Hani bir hastaya antibiyotik verirsiniz ya, hasta iyileşti ama hala antibiyotik vermeye devam ediyoruz. Bir türlü hastaya yeni reçete yazmıyor ve doğal mecrasına bırakmıyoruz. Artık sorun bizzat IMF programı olmaya başladı. Hem de yıllardır.
Çünkü Türkiye artık yabancı bağımlılığı had safhaya ulaştı. Yabancı sermaye olmadan adım atamaz hale geldik. Ekonomimizin bütün dinamikleri yabancı sermayeye bağlandı.
Üretim gücümüzü sürekli kaybediyoruz.
Bakın dün İyi Parti’nin ekonomiden sorumlu başkan yardımcısı Durmuş Yılmaz sunum yaptı. 1950-2002 arası büyüme ortalaması %4,6; 2003-2017 arası ise %5,8.
Büyüme oranımız eskinin oldukça üzerinde. (Unutmadan bu başarının büyük kısmı da 2003-2008 arasından geliyor). Lakin bu büyümenin arkasında devasa bir borç yığını oluşuyor. Hatta 2008 sonrası bir taraftan büyüme yavaşlıyor, diğer taraftan ise borçlanma artıyor.
Bir başka mesele de yine borçlanma ve büyüme oranı arasındaki bağda yaşanıyor. İlk dönemde yüzde 4,0-4,5 borçlanma maliyetine karşılık yüzde 7,0 - 7,5 büyüme yaşanıyor. Oysa son yıllarda borçlanma maliyeti yüzde 6,0-6,5 oranlarına çıkarken, büyüme oranı yüzde 5,0’in altında kalıyor.
Thomas Pketty’nin ses getiren 21. Yüzyılda KAPİTAL kitabı aklıma geliyor. “Bir ülke nasıl sermaye transferine uğrar” derseniz, işte size bir örnek: Türkiye.
“Sermayenin getirisinin altında kalan büyüme oranı halinde sermaye transferinden başka bir şey olmaz. Kısaca o ülke faiz lobisinin egemenliği altına girmiş demektir.”
ÜRETİM ÜRETİM ÜRETİM
Nerede ise her gün “üretim” diyoruz ama bir türlü yaptıklarımız üretim odaklı değil. 2010 sonrasında nerede ise her adımımız yabancı sermaye alarak, ucuz kredi vererek tüketim toplumu oluşturmak oldu. Bu arada da yerli üretim gücümüzü sürekli gerilettik. 90’lı yıllarda imalat sanayinin ekonomideki payı %20 civarlarında gezerken, bugün bu oran yüzde 16,5’lara düştü.
Galiba söz başka-icraat başka diyoruz.
Bu ülkenin üretim gücünün bu kadar ezildiği, yabancı sermaye bağımlılığının bu kadar arttığı bir dönem daha olmuş mudur?
Bilen var ise lütfen söylesin...