Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
La Fontaine’in fablını bilirsiniz. Karınca bütün yaz çalışmış, ağustos böceği ise saz çalıp şarkı söylemiş. Havalar soğuyunca karıncanın kapısı vurulmuş. Açınca ne görsün? Ağustos böceği kürküne sarılmış, gâyet neşeli.
“Karınca kardeş, burada havalar soğudu. Paris’e gidiyorum da bir isteğin var mı diye sormaya geldim.”
”Var” demiş karınca. “Paris’te La Fontaine diye bir yazar varmış……..”
Maalesef şehir hayâtında yaz mevsimi, artık yat mevsimi oldu. Yazın yatanların kışın da keyfi yerinde olduğundan böyle bir fabl ile başladım.
Şehir hayâtında yaz, tâtil ile özdeşleşti. Okulların kapanması, resmî dairelerin çalışmaya ara vermesi, sıcak havadan dolayı mantıklı bir durum. Ancak bu mecbûrî ara verme öyle bir hâle geldi ki tâtil kelimesinin kökü olan âtılın karşılığı oldu. Ne demek âtıl? Tenbel, işsiz, etkisiz, işe yaramaz. Artık yaz mevsimi, kentlerde tenbellik anlamına geliyor. Harcadığın kadar insansın düşüncesi o kadar yerleşti ki en yıldızlı tâtil yerlerine giden, kendisini sınıf atlamış gibi görüyor. Eskiden, “Yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat” denirdi. Şimdi ise tâtilciler, yiyip içtiklerini, açık büfe yemekleri, öncelikle anlatıyor. Çünkü bir yere haftalarca kapanıp, “ye, iç, yat” şeklinde vakit geçirince başka anlatacak bir şey kalmıyor. Oysa bizim kültürümüzde, gezen tilki, yatan aslandan iyidir. Tâtilden dönen insanların IQlarının gerilediği ve iş ortamına uyum sağlamakta zorlandığı gibi veriler, kimsenin umûrunda değil. Hacdan dönenler bile oteli ve yemekleri anlatıyor.
Harcadıkça insanlıktan çıkmak, önemsenmesi gereken bir tehlike. Abarttığımı düşünenler için bir örnek vermek istiyorum. 1999’daki Ağustos depreminde, Marmara Bölgesi kan ağlarken tâtilciler, tâvizsiz bir şekilde eğlenmeye devam etmişlerdi. Akrabası göçük altında olduğu hâlde tâtilini kesmeyen insanların varlığı, depremden daha çok ürperticiydi.
Tâtilciler, yaz mevsimini ağustos böceği gibi geçiredursun tarım insanı için yaz, karınca misâli çalışma vaktidir. Haziranla birlikte meyve hasadı başlar. İlle de kiraz. Süryanice sıcak anlamına gelen haziran, Anadolu’da kiraz ayıdır. Her biri ayrı şifâ olan meyveler, peş peşe dizilir yaz boyunca. Temmuz, en sıcak ay. Hem de orak ayı. İç Anadolu’nun orak ayı, yağmur sebebiyle Karadeniz’in çürük ayı. Orak ayı, gölgeye en muhtaç olunan zaman. Ama yazın gölge hoş olunca, kışın çuvalın boş olduğunu iyi bilen Anadolu insanı, kışın karnını ovmak için, yazın gölgeyi kovmayı bilir ve güneşle barışık yaşar.
Ağustosta, işin çoğu harmandadır. Bu yüzden diğer adı, harmandır. Yarısı yaz, yarısı kıştır. İkinci yarısında hava hoş bir şekilde serinlemeye başlar. Yavaş yavaş ağustos böceklerinin susma zamanı yaklaşır.
Yazın bittiğini nereden mi biliyorum?
Susuverdi ağustos böcekleri
Yaz mevsiminden bahsederken “Ağaçlar çiçek açar.” cümlesini kullanmayız. Oysa iğde, portakal, ıhlamur, at kestânesi, haziranda çiçek açar. Hanımeli ve yasemin kokularıyla karışır. Sardunya, petunya, ateş, kadife, begonya, sıcağa tahammüllerinden dolayı yaz bahçelerinin vazgeçilmezleridir.
Bugünlerde Kocaeli, buram buram ıhlamur kokuyor. Kim demiş haziranda romantik olunmaz diye? Bahaddin Karakoç’a rahmet olsun.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
Ihlamur çiçek açtığı zaman














