Market Scene-modern zamanlar (2025)/gülümse
İletişim psikolojisi tahsil eden dindar bir genç kız, Karl Marks ile nasıl tanıştığını anlatmıştı. Hocaları, bir iş bulup çalışmalarını istemiş. İlk bulduğu iş, bir mantıcı dükkânında mantı bükmek. “Şöyle yorulup arkaya doğru esnemek bile yasaktı.” demişti. Patron, hemen uyarıyormuş. Üçüncü gün, “Ben bırakıyorum.” deyip önlüğü çıkarmış. Ben de ona, emekli olunca bir vakfın okulunda bir aylık öğretmenlik tecrübemi anlatmıştım. “İyi ki dinimi annemden öğrendim.” diyerek ayrılışımı.
Sonra Karl Marks ile daha samîmi olduğum bir işim daha oldu. Dakikaları sayıyordu, tekkeli tarikli patroniçe. İş kânunu diye bir kânun tanımıyordu. “Âbi adam haklıymış! Aklını kullanmazsan din afyonmuş.” demeye başladım.
Charlie Chaplin’in “Modern Zamanlar” (1936) filmindeki fabrika sahnesini, modern zamanların gençleri pek bilmez. Çok hızlı tempoda vida sıkan işçinin, hızını alamayarak dişliler arasında sıkışması ne kadar tesirli bir anlatımdır. Delirdiği söylenir. Vida sıkmaya o kadar alışmıştır ki kıyâfetinde düğme olan bir kadını, tıpkı bir sapık gibi kovalar. Düğmeleri vida zannetmiştir.
1930'lu yıllarda ortaya çıkan Büyük Buhran’daki acımasız makineleşmeyi, ekonomik koşulları, işsizliği sorgulayan film, Komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle ABD'de gişe yapamaz. Aynı nedenle Almanya ve İtalya'da yasaklanır. Avrupa'nın geri kalanında ise çok büyük başarı kazanır. Chaplin veya diğer söylenişiyle Şarlo, bu eleştirilerinin bedelini, McCarthizm sürecinde öder ve ABD’yi terk etmek zorunda kalır.
Gelelim başlıktaki market sahnesine…
Geçen hafta İstanbul’da bir markette kasada beklerken market adına anket yapan bir görevliye, “Benimle de yapın!” dedim. Memnûniyet anketiydi gâliba. Bir sürü soru sordu. Cevapladım. Sorular bitince, “Dilek ve tekliflerimizi de soracak mısınız?” dedim. “Elbette” deyince döküldüm.
“Öncelikle bu kasalara sandalye istiyorum. Yazık değil mi bu gençlere? Hepsi hasta olacak. Her işe koşuyorlar. Bu gençlerin hâlini görünce ucuz alış-veriş yaptım diye memnun olamıyorum.”
Adam şaşkınlığını belli etmemeye çalışarak not aldı. “Dilerim merkeze ulaşmıştır.” demenin bir anlamı yok. Zâten biliyorlar. Bile bile yapıyorlar.
Bu satırları yazarken mezkûr markette bel ağrısından kıvranarak çalışan genç geldi gözümün önüne. Yaşadığım yerde ise markette çalışan bir emekli, üç gün dayanabildi. Ayakta durmaktan hasta oldu.
Yıllar evvel bir zincir marketin kasasında, “İyi misiniz?” diye sorduğumda kendine hâkim olamayarak ağlayan genç kızı unutamıyorum. Ağladığını, müdürün görmesinden korkmuştu. Şartlarının daha iyi olduğunu zannettiğim başka bir zincir markette ise “Öğlen yemeği var mı?” diye sorduğum çalışan, “Ne yemeği? Suyu bile paramızla alıyoruz.” demişti.
Bugünlerde marketlerde çalışanların sayısındaki azalma, iyice belli olmaya başladı. Çünkü üniversiteler açılınca geçici çalışan gençler, okullarına gittiler. Kalanlar, marketlerin her işine yetişmeye, market dişlilerinin arasında sıkışarak ayakta kalmaya çalışıyorlar.
Dün akşam girdiğim markette sâdece kasada bir genç vardı. “Herkes ayrıldı. Bir ben kaldım.” dedi. İlgilendiğimi görünce içini döktü.
“Abla, çalışılacak iş değil. Temizlik dâhil, her işe bakıyoruz. Fazla mesâi ödemesi yok. Sosyal hayâtımız yok.” Daha sonra marketin yaptığı kârı ve bu kârdan kendilerine verilen maaşı söyledi. Bu nasıl vicdan arkadaş!
Rivâyete göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, yasal düzenleme yapacakmış. Dilerim, kısa sürede yapılır.
Bu yazının amacı, elini çabuk tutması için Çalışma Bakanlığı’na seslenmek değil. Kim takar Yalova Kaymakamını?
Benim derdim, bize, yâni müşterilere düşen görev. Hangi şartlarda çalıştıklarını bildiğim için market çalışanlarına mümkün olduğu kadar kibar davranıyorum. Zâten canları burnundayken bir de kaprisli müşterilerle uğraşmak, onları çok yıpratıyor. Selâm vermek, hâl hatır sormak hoşlarına gidiyor. Yaptıkları işe saygı duyulması, sıkıntılarının umursanması gülümsetiyor.
Modern Zamanlar’ın sonunda adam, cesâretini ve umûdunu kaybeden genç kızdan gülümsemesini ister. İkisi birden gülümseyerek yola koyulurlar.
