Thomas Joseph Barrack Jr.

Tom Barrack’ın kullandığı ve büyük tartışmalara yol açan bir diğer kavram da Türkiye'ye “meşruiyet vermek” kavramı oldu.

Tom Barrack, Türkiye’ye meşruiyet vermeyi, Amerikalıların Türkiye’ye saygı göstermesi anlamında kullandığını söyleyerek aşırıya kaçan yorumları tashih etmeye çalıştı.

Kanaatimce Tom Barrack’ın bir panelde ifade ettiği “meşruiyet” kavramı, saygı kavramını da içeren çok katmanlı bir kavramdır.

Tom Barrack’ın ima ettiği “Meşruiyet” kavramını anlamak için bazı “hayali örnekler” vermeye çalışacağım umarım bu varsayımsal örnekler maksadını aşmaz ve doğru anlaşılır.

Örnek: Bir Hristiyan veya Yahudi veya Budist öğrenci, Türkiye’de bir imam hatip ortaokulunun ara sınıfına kaydoluyor.

Veya tam tersi bir cami imamının oğlu, Hindistan’da bir budist orta okulunda okumak zorunda kalıyor.

Yeni öğrencinin başka şansı olmadığını ve okul idaresinin de öğrenciyi geri çevirme hakkının olmadığını varsayalım.

Soru: Bu yeni öğrenci, nasıl bir ilişkiler ağına dahil olmuştur veya mevcut ilişkiler ağına girebilmiş midir?

Yeni gelen öğrencinin, 7-8 yıldır birlikte eğitim gören sınıf arkadaşlarının dünyasına entegre olması mümkün müdür?

Muhtemelen dünyanın pek çok okulunda bir sınıf, resmi sınıf statüsüne ilaveten ayrı bir “gayriresmi ilişkiler hiyerarşisine ve ilişkiler bütününe” de sahiptir.

Örnekler: Kutsal günler ve bayramlar, veli-idareci-öğretmen iletişimi, velilerin toplumdaki statüsü, öğrenciler arası kabullenilmiş statüler, önceki yılların etkileşimleri, kurulan dostluklar, yapılan kavgalar, spor etkinlikleri, sanatsal paylaşımlar, ortak başarılar ve yaşanan başarısızlıklar, aileler arası ilişkiler vs.

Farkındalık olmasa da bir sınıfların etrafında adım adım örülen gayriresmi bir dünya var.

Nakışla örülmüş gibi zamanla oluşan bu algı dünyası, son tahlilde katı sosyal sonuçlar üretir ve kemikleşir.

Algı kemikleştiği için, yeni gelen bir öğrenci ancak katılaşmış önyargılar çerçevesinde algılanır; ve elbette bu önyargılar yeni gelen öğrenciye hayatı zehir edebilir.

Masum örnekler: Bu “yeni öğrenci” yanlarına geldiği zaman sohbet kesilir, oyunlar biter, topluluklar dağılır, vs.

Hayat okul sonrasında da devam eder ve okul dışı zamanlarda da bu yeni öğrenciye “görünmez sınırlar” çizilir: Müzik ve spor etkinliklerine katılımı tercih edilmez, vs.

İlköğretimde iki defa okul değiştirdim, yeni okulun olduğu yerlerde çok sayıda akrabam olmasına rağmen her ikisinde de benzer dışlanmışlıkları yaşadım.

Doğrusu bu anlattıklarım sadece eğitim dönemiyle ilgili değil; kendini ayrıcalıklı hisseden her grup aralarına yeni katılan fakat onlara layık olmayan her “yeni kişi”ye karşı böyle davranırlar.

Soru: Konumuza bir soruyla dönelim: Türkiye bir NATO üyesi peki NATO ailesinin, örneğimize göre sınıfın bir parçası mı?

Jeostratejik bir bölgede bulunmak, kalabalık bir orduya sahip olmak, savaşkan ve güvenilir olmak Türkiye’ye NATO üyesi olma fırsatını vermiş.

Sonuçta Türkiye NATO’ya üye olmuş fakat NATO Ailesinin bir üyesi olamamış çünkü NATO ailesinin üyeleri için Türkiye pek çok bakımdan diğer üyelerin kimliklerinin zıddı hatta tarihi düşmanı bir kimliğe sahip.

NATO, sadece bir askeri pakt değil aynı zamanda ortak değerleri olan bir kulüp olma iddiasında.

Erbakan’ın bir zamanlar “Batı Kulübü” olarak da adlandırdığı bu topluluğa göre Türkiye, bu kulübün “tarihi ötekisi.”

Her türlü tarihi, dini veya kültürel düşmanlık hisleri barış dönemlerinde uykuya dalar fakat yine de tam bastırılamaz.

Bastırılamayan hislerin dolaylı eylem ve söylemlerle ve kritik anlarda su üstüne çıkmak gibi bir özelliği vardır.

NATO Kulübünün de işi zor; zihin dünyalarının ötekisi olan Türkiye, bugün, onları korumayı hatta onlar için ölmeyi kabul etmiş bir müttefik; bu yüzden nasıl davranacaklarını tam olarak kestiremiyorlar.

Kendileri için ölmeyi göze almış bir müttefike, Türkiye’ye, mantıksızca ve her fırsatta açık veya örtük silah ve teknoloji ambargolarının sebebi de tarihsel süreç içinde kemikleşmiş önyargılardır.

Türkiye, NATO’nun askeri bölümünün üyesi fakat NATO Kulübünün üyesi mi yani “hakiki içinin içinde” mi?

Muhtemelen Tom Barrack’ın ima ettiği “meşruiyet açığı” üye olmayı aşan bir statü olan Kulübe kabul edilme yani “içinin içine kabul edilme” statüsüdür.

AVRUPA BİRLİĞİ'NİN İÇİNİN İÇİ

Tom Barrack, verdiği demeçte Avrupa Birliği’nin de Türkiye’yi tam üyeliğe kabul etmeyerek “meşruiyet açığı” oluşturduğunu ima etti.

Avrupalılar, bir tehlike söz konusu olduğunda Türkler “cannon fodder” denilen “feda edilecek ilk askerler olsun” istiyorlar fakat sıra refahı paylaşmaya gelince “Türkler bizden uzak dursun” anlayışındalar.

“Ölümü paylaşmaya evet fakat refah sadece Avrupalıların hakkı.”

Türkiye buna itiraz edince de “öngörülemez”, “uyumsuz” ve “eksen değiştirmeye meyilli” olarak etiketleniyor; itirazları bahane edilerek de doğrudan ve dolaylı ambargolara maruz kalıyor.

Türkiye’nin ipini sınırlarımızı koruyacak kadar uzun, içimize giremeyecek kadar kısa tutmalı” ilkesini hala en katı şekilde uyguluyorlar.

Türkiye halihazırda “çeyrek üyelik demek olan Gümrük Birliğine” mahkum edilmiş bir ülke.

Biraz daha ileri bir statü olan (buna da şimdilik “iki çeyreklik statü” diyelim) tarımsal ürünlerin, hizmetlerin ve insanların serbest dolaşımı talebini (Gümrük Birliğini modernize etmek) bile duymazdan geliyor.

Türkiye hayalperest değil, Avrupa Birliğinin “içinin içine girmeyi” yani “tam meşruiyeti” yani dört dörtlük bir üyeliği, gerçekçilik adına şimdilik talep etmiyor.

Avrupa Birliğine tam üyelik istiyor (“Avrupa Birliğine tam üyelik statüsü”ne de şimdilik “üç çeyreklik statü” diyelim.

Türkiye üç çeyreklik statü için neredeyse her düzenlemeyi yapmaya hazır fakat AB iki çeyreklik üyeliği bile müzakereden kaçınıyor.

(Not: Tam meşruiyet statüsü, yani dört dörtlük bir üyelik statüsünü, Avrupa Birliği üyeliğinden bile daha ileri bir benimsenme seviyesi olarak anlaşılmalı.)

Türkiye Avrupalıların “ötekisi” olduğunun farkında; bu farkındalığın değişmesinin de zor olduğunu biliyor.

Şimdilik yasal bir tam üyelik statüsü olan “üç çeyreklik üyelik statüsü”den daha ileri bir rüya bile görmüyor.

Anlaşılıyor ki, Tom Barrack’ın ima ettiği “meşruiyet açığı”nın tarihsel temelleri var ve bu açık, liderler veya hükümetlerin alacağı kararlarla kapanamaz.

Tersi bir durum yani Türkiye ile “Batı Kulüp” (NATO, ABD ve Avrupa Birliği) arasındaki “meşruiyet açığının kapanması” demek; Batı Kulüp ile İslam Dünyası, Afrika ve Asya arasındaki meşruiyet açığının da kapanması demektir.

Belki de küresel çapta özlenen bir dünya barışının ilk adımı, Tom Barrack’ın Türkiye için ifade ettiği “meşruiyet açığı”nın kapanmaya başlaması ile başlayabilir.

YORUMLAR (19)
19 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.