Biri çıksa ve hayatımızı geri verse...
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki mutsuz olmak için fazla bir şey yapmaya hiç gerek yok. Her gün içimize çöken siste ilerlemeye çalışıyoruz... Öyle ki kederli suskunluklarımız
Kötücül yaratıklar yani diktatörler, zalimler her gün sadece kendi mütevazi hayatını yaşamak isteyen masum insanları, bebekleri katlediyor, henüz öldürmediklerini
Bu yüzden her sabah havada süzülen ve yok olan bir dizi kederle uyanıyoruz. Biliyoruz ki dünya kurulduğundan bu yana diktatörler hep vardı, bundan sonra da bir şekilde var olmaya devam edecekler. Ama hiçbir çağda bugün olduğu kadar kötülük hayatın her alanını böylesine sirayet etmemiş ve acımasızca kuşatmamıştır herhalde...
Sadece diktatörler ve zalimler değil, küçük diktatör taslakları, dünya malına tamah etmiş azgın paragözler, siyaset hokkabazları, entelektüel züppeler hayatımızı daha da çekilmez hale getirmek için adeta yarış halindeler.
Hiçbirinde gözümüz yok, istedikleri kadar mal biriktirebilirle
Ama ne mümkün... Adeta bir kötülük imparatorluğu inşa etmek için yarışan bu küçük şarlatanlar her gün şiirlerimize, şarkılarımıza, kalbimize nüfuz ediyorlar ve hayatın bütün renklerini solduruyorlar.
Öyle bir zamanın içindeyiz ki dine, hayata ve hikmete dair bütün değerlerimizi makam, mevki ve servet için tedavüle sokar hale geldik. Oysa bize mukaddes bildiğimiz değerlerin böylesine süfli işler için kullanılacağını öğretmemişlerdi. Büyük şair Sezai Karakoç Hızır'la Kırk Saat'te galiba tam da böyle zamanlar için söylemiş:
/Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz/
Ne yazık ki hayatımızı kuşatan kötülük imparatorluğu her birimizi güvensiz ve kuşkucu birer insan haline getirdi. Artık hayatlarımızı çalan, mukaddeslerimizi araçsallaştıranl
Kuş Fenze Hükümdara diyor ki: "Dil her zaman kalptekini olduğu gibi söylemez. Kalbin dile şahitliği, dilin kalp adına avukatlık yapmasından daha sağlam, daha gerçekçidir. İyi biliyorum ki senin kalbin benim dilime, benim kalbim senin diline güvenmiyor!"
Yine de her şeye rağmen kalbimize güvenmek zorundayız, başka bir çaremiz yok...