Kaliteli demokrasi ve hukuk yoksa acılar büyük olur
Ne zaman çürük binalar yaptığımız için insanlarımız binaların altında kalsa, liyakate ve kaliteye önem vermediğimiz için tren kazalarına maruz kalsak ya da dere yataklarına yaptığımız plansız evler yüzünden insanlarımız sele kapılsa ağıtlar yakarız ve hiçbir zaman bulunamayan sorumlular ararız.
Genellikle böyle zamanlarda Müslüman bir toplum olarak Müslümanlığımızı hatırlar “... Allah, işini en güzel yapanları sever...” (Bakara:195) ayetini okuruz. Dahası her Cuma imamlar hutbede “Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” ayetinin anlamını hepimize tekrar tekrar hatırlatır. Ama zaman geçer, her şeyi unuturuz ve yolumuza aynen devam ederiz.
***
Şu bir gerçek ki bu tür felaketler ve acılar genellikle ya az gelişmiş toplumlarda ya da Müslüman ülkelerde yaşanır. Elbette tabii afetler zaman zaman gelişmiş ülkeler dahil bütün toplumların başına gelebilir, nitekim geliyor da zaten... Ama gelişmiş, sistemleri oturmuş ve sağlam hukuk düzenine sahip toplumlar daha rasyonel tedbirlerle acıları telafi etmenin yolunu bulurlar. Eğer bir deprem felaketine maruz kalmışlarsa, her şeyi kadere havale edip teselli bulmak yerine, depreme dayanıklı binalar inşa ederek sistemin gereğini yaparlar.
Birbirimizi kandırmanın bir manası yok, demokrasi kalitesini yükseltemeyen, hatta demokrasiye itibar etmeyen, sağlam bir hukuk sistemi kuramayan ülkelerde özellikle de Müslüman ülkelerde temel insan hakları ve özgürlükler teminat altında olmadığı gibi, dindar olmanın en temel kriterlerinden birisi olan ahlaki duyarlığın olmadığını da üzülerek söylemek gerekiyor.
Ehliyet ve liyakati esas alma, eşitlik-açıklık, şeffaflık, adaletli olma ve emaneti ehil olana verme gibi temel değerler Kur’an ve Hz. Peygamberin sünnetinde çok açık bir şekilde ifade edilmesine rağmen, Müslüman dünyanın içinde bulunduğu hale mazeretler üretebiliriz. Zaman zaman güçlü argümanlarla teorik anlamda haklı olduğumuzu ortaya koyarak, bütün vebali başkalarının üzerine de atabiliriz.
Ama şu bir vakıa ki, gerçekleri değiştiremeyiz. Kabul edelim, hukukun üstünlüğünü sağlayamadığımız için insanların hakkını-hukukunu yeterince koruyamıyoruz.
Emaneti ehline veremediğimiz, liyakati ve kaliteyi esas almadığımız için gerek devlet düzeyinde, gerekse toplumsal manada kaliteli işler üretemiyoruz, yaptığımız çürük binaların yıkılmasını, trenlerin çarpışmasını önleyemiyoruz.
***
Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik sisteme inancımız olmadığı için, devleti ve kişileri sınırlayan, sorumluluk yükleyen hukuki kriterler koyamıyoruz, kriterlerimiz olmadığı için de binaların tepemize yıkılmasının sorumlularını bulup hesap soramıyoruz. Bu çerçevede, yıkılma riski olan binaların bile imar affına müracaat etmesini izah etmek ne yazık ki mümkün değildir.
Hukukun üstünlüğünü devletin vazgeçilmez kriteri haline getiremediğimiz için, 15 Temmuz’da Türk demokrasisine çuval geçirmeye çalışan din pazarlamacısı FETÖ’nün bazı isimlerini arka kapıdan çıkarmayı hukuk zannediyoruz.
Bütün bunları ifade ederken bir demokrasi kutsallaştırması içinde değilim elbette, ama yönetimsel anlamda henüz demokrasinin başka bir alternatif de yok. Dolayısıyla hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi olmadan ifade özgürlüğü teminat altında olamaz, gerçek anlamda bir basın özgürlüğünden söz edilemez.
Eğer bir toplumda farklı fikirler özgürce tartışılamıyorsa, insanlar hukukun koruyuculuğundan emin değillerse, akademik dünyada bilim insanları özgürce bilim üretemiyorlarsa, bilimde, sanatta, kültürde dünya ile yarışacak liyakatli ve kaliteli nesillerin yetişmesi de mümkün değildir. Ve işimize gelse de, gelmese de açıkça ifade etmek gerekiyor ki liyakatin, kalitenin kaybolduğu bir toplumda her zaman ağır bedellerin ödenmesi de kaçınılmaz olacaktır.