Çok bilinmezli ve çok katmanlı Kıbrıs denklemi…
Pek çok benzeri gibi Kıbrıs da yönetilmesi zor ve karmaşık bir sorun. Tarihi arka planı var. Güncel siyaseti, farklı kesimler arasıdaki ilişkileri, tanınmışlığı, tanınmamışlığı, tabii ki algıları ve önyargıları içeriyor. En temelinde de iki toplumu 1964’den bu yana süren ayrılığa rağmen bir arada tutma, neredeyse hiç yaşanmamış bir birlikteliği “yeniden” inşa etme çabası yatıyor.
1959’da bulunan ara formülün bir kaç yıl içinde çöktüğü, 1968’den bu yana süren müzakerelerin sonuç getirmediği, 1979’da iki kesimli/iki toplum federasyon dendi diye aynı formülün 2004 Annan Planına ve 2017 Crans Montana deneyimine rağmen bugün de çözüme esas teşkil edebileceği varsayımı yaratıcı çözümlerin bulunmasını zorlaştırıyor.
1964’de BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 186 sayılı kararından hareketle hukuki avantaj elde eden, AB üyeliğinin gücünden ve Türkiye imajının zaafiyetlerinden yararlanan GKRY Türk tarafıyla anlaşmaya direniyor. On yıllardır kendi koşullarını muhatabına dayatmaya çalışıyor. Münhasır ekonomik bölgesinde bulunan hidro karbon yatakları da Kıbrıs Cumhuriyeti adına hareket eden GKRY’ne ilave imkanlar sağlıyor.
Çoğu Kıbrıslı’nın kabul edeceği gibi Türkiye olmasaydı bırakın KKTC’yi, Kıbrıs Türk halkının bile var olması zordu. Mücadeleleri de desteklendi, Kıbrıs için ambargolara ve yaptırımlara da göğüs gerildi. Askeri, ekonomik ve siyasi yardım da sağladı. Ancak çoğumuzun zannettiği gibi Türkiye bunu sadece Kıbrıslı Türkler için yapmadı. Halkı kadar, ada da önemliydi, hala da öyle öyle olmayı sürdürüyor.
Dolayısıyla Kıbrıs Türkleri’nin bize 1974, öncesi ya da sonrası için sınırsız ve sonsuz minnet duymalarını, onların hayat tarzlarına, siyasetlerine karışılması karşılığında tepki göstermemelerini beklemek gerçekçi değil. Eğer KKTC’yi devlet olarak tanıyorsak onu temsil eden tüm siyasi iradeyi, o iradeyi ortaya çıkartan sosyolojik koşulları da kabüllenmemiz gerekiyor.
KKTC Türkiye’nin bir vilayeti değil. Cumhurbaşkanı Tatar’ı veya Başbakan Üstel’i, meclislerindeki milletvekillerini, belediye başkanlarını biz seçmedik. Kıbrıs Türk halkı seçti. Onları suçlayarak, bazılarının Rumdan çok Rum olduklarını söyleyerek terbiye edemeyiz. Bize daha yakın olmalarını veya şu an Türkiye’ye hakim olan siyasi anlayışın ve yöntemin benzerini orada da uygulamalarını isteyemeyiz.
Ama haksızlık ve hukuksuzluk görürsek bunu doğal olarak her platformda dillendirebiliriz. Varsa başörtüsü yasağını da eleştirebiliriz, ondan çok mafyalaşmayı, kara para cenneti haline dönüşmeyi ve yılların kanayan yarası seks ticaretini de gündeme taşıyabiliriz. Hatta istersek bu konularda siyasi ve hukuki inisiyatifler bile geliştirebiliriz.
Fakat tüm bunları ifrata vardırmadan, toptancı yaklaşımlar benimsemeden, sorumsuz sosyal medya mesajlarıyla Kıbrıs Türk halkını ve neredeyse tüm siyasi partileri ve gazeteleri karşımıza almadan yapmalıyız, Kıbrıslı Türkleri kendimizden uzaklaştırmamalıyız. Ermenistan’la dahi sorunlarını çözen, Yunanistan’la her şeye rağmen mesafeyi korumaya çalışan Türkiye’nin Kıbrıs Türklerini küstürme lüksü olamaz, olmamalı.
Unutmayalım ki Kıbrıs Türklerinin bize ihtiyacı olduğu kadar bizim de onlara ihtiyacımız var. Ada ve Akdeniz siyaseti üstündeki etkimizi koruyacaksak bunu ancak onlarla, onların bize duyduğu ve bundan sonra duyacağı yakınlıkla sağlayabiliriz. Bizim Kıbrıs Türklerinin bir kesimine değil en geniş kesimine ulaşmak ve çok bildiğimizi zannettiğimiz Kıbrıs’ı gerçekten tanımak için çaba harcamamız şart.
Kıbrıs sorunu ne yazık ki tek bir katmandan oluşmuyor. Türklerle Rumlar arasındaki kadar derin ve hayati olmasa da Türklerle Türkler arasında da sorunlar var. Kıbrıs Türklerinin büyük bir kesimi kendilerinin farklı bir kültürü ve aidiyeti olduğuna inanıyor. Türkiye’deki sorunların onlara yansıdığını, Türkiye’nin oldum olası Kıbrıs’ı kendine, o anki haline benzetmeye çalıştığını düşünüyor.
Hatırı sayılır bir kesimin Türkiye’ye bağlanmaktansa Rumlarla yaşamayı seçeceğini söylemek de sanırım kehanet olmaz. İki devletli çözüme desteğin görece az olmasının ardında yatan temel nedenlerden biri de bu zaten. Bağımsızlığın birleşmeyi getireceği, bunun da onların anladığı biçimiyle Kıbrıs Türklüğünü sona erdireceği varsayılıyor. Haklı olup olmamaları da aslında çok bir şey değiştirmiyor.
Sadece bu duruşun, adada var olan gerçekliğin, siyasi kırılmaların, yargı ve önyargıların Türkiye tarafından anlaşılmasını gerekli kılıyor. Maaş ödemeleri, yıllık bütçelere katkılar, güvenliğin sağlanması, diplomatik temsilin kolaylaştırılması veya Ercan’a modern bir havaalanı yapılması da belli ki yetmiyor. Kıbrıs bence haklı olarak daha fazla özen, ihtimam ve saygı bekliyor…














