Dünyanın bir başka büyük sorunu: Eşitsiz mübadele

"Eşitsiz Mübadele” benim kuşağım siyaset bilimcilerin ve iktisatçıların yabancısı olmadığı bir kavram. 1940’lı yılların Prebisch-Singer hipotezinin eleştirisine dayanan, ifadesini en iyi Arghiri Emmanuel’in 1962 yılında yayınlanan çalışmasında bulan, sonra da Marksistler başta olmak üzere farklı ekollerden araştırmacılar tarafından geliştirilen bir tez.

Kabaca kapitalist dünya ekonomisinin, özellikle de bu ekonominin tam merkezinde olanların eşit olmayan emek sömürüleri nedeniyle karlı çıktıklarına, çevrede yer alan ülkelerdeki işçilerin daha az ücretle, köle gibi çalışıp ve tabii ki öyle yaşayıp merkezdeki ülkeleri, ekonomileri beslediklerine, onların siyasi istikrarına ve iş huzuruna katkıda bulunduklarına işaret ediyor.

Mesela ayda 75 dolar alan Bangladeşli bir işçi emeğiyle ürettiği ucuz elbiseler, pantolonlar ve daha kim bilir neler nelerle bir yandan H&M, Zara, Levi’s, Marks and Spencer, Primark gibi markaları zengin ederken, diğer yandan da Almanya ve Hollanda’da 2000, Macaristan’da 700 Euro olan asgari ücretlinin giyim ihtiyaçlarını param az demeden karşılamasına yardımcı oluyor.

Üstelik de endüstriyel ürünlerin çoğunun fiyatı dünya pazarında eşitken, diyelim ki Türkiye gibi bir ülkede asgari ücreti 500 Euro civarında olan bir işçi para biriktirip de telefon almaya kalktığında Avrupa ve Amerika’daki muadillerinden daha fazla çalışması gerekirken. Teorinin ilgi alanına girmese de aldığı telefona vergiler yüzünden zaten bir de daha fazla para öderken.

Bunu liberal iktisatçılar bildiğim kadarıyla Türkiye’nin, Bangladeş’in ve daha pek çok yerin görece avantajı olarak görüyor. İş gücü ucuz olduğu için emek yoğun üretimin buralara kayacağını ve refahın her yerde artacağını söylüyor. Ki haksız da sayılmazlar, refah artmasa bile zenginlik artıyor. Bazen bu ülkeler sıçrama bile gerçekleştiriyor.

France 24’ün haberine göre Bangladeş’in 55 milyar dolarlık ihracatının yüzde 85’i sayıları 3 bin 500’ü bulan tekstil fabrikalarınca yapılıyor. Bangladeşli yatırımcılar, sermayedarlar bu sayede belli ki fena olmayan paralar kazanıyor. İyi yaşıyor, kendi örneğimizden bildiğimiz gibi iyi arabalara biniyor, güzel yerlerde tatil yapıyor.

Ama ne yazık ki ülkenin geneli bu refahtan nasibini alamıyor. Ücret artışı istediklerinde, 75 dolara yaşayamıyoruz bize 225 dolar gerek dediklerinde karşılarında polisi buluyor. Dendiğine göre grevler yüzünden en az 600 işyeri kapanıyor, tekstil ürünlerinin asıl sahibi Batılı sermayedarlar da tedarik kanallarının tıkanacağından yeterince mal satamayacaklarından endişe etmeye başlıyor.

Çok endişe ederlerse yakında fason üretimlerini şatış zincirlerinden biraz daha uzak fakat Bangladeş’ten daha ucuz işçi çalıştırabilen yerlere kaydırırlar, ülkeyi kendi kaderiyle baş başa bırakırlar. Ücret artışı da muhtemelen aynı sonucu doğurur, ahlaki üstünlüklerini koruyarak, çocuk işçi, zorla çalıştırma ve belki demokrasi eksiliği veya sürdürülebilirlik iddiasıyla ülkeden çıkabilirler.

Ne de olsa Bangladeş’e insanlarına yardım olsun, ülke kalkınsın, refah bulsun diye gitmediler. İklim değişikliği onları çok etkileyecek, bu da bizim katkımız olsun diye düşünmediler. Koydukları karlılık hedeflerine ulaşmak için en ucuz üretimi en kolay nerede yaptırırız, aradığımız minimum kaliteyi nerede tuttururuz, rakiplerden nasıl daha çok satarız hesabı yaptılar.

Onların da haksız olduklarını söylemek imkansız. Kapitalist bir sistem içinde yaşayıp, rekabet etmeye, var olmaya, her daim daha da çok kazanmaya çalışıyorlar. Hem üretirken, hem de satarken sömürmek zorundalar. Ucuz hammadde bulmak, ucuza işgücünün peşinden gitmek, eskiyen teknolojiyi geriden gelenlere devretmek, ayrıca kendi işçi sınıflarını, ücretli çalışanlarını memnun etmek durumundalar.

Bir yandan üretim sürecinden maksimum faydayı, Marx’ın deyişiyle artı değeri, çıkartmaları, diğer yandan beğeni yaratarak insanları piyasaya sürdükleri ürünlerin maliyetlerinin kat ve kat üstünde paralar ödemelerini reklam kampanyaları, PR şirketleri, Instagram fenomenleri ve sosyal medya etkileşimleriyle sağlamaları gerekiyor.

Böylesi bir sistemde optimuma razı olmak zor. İnsan hayatı dahi önemsiz. Sigarayı üstüne öldürdüğünü yazarak ve öldürdüğünü bilerek satabiliyorsunuz. Çok zorunda kalmadıkça iş yerinizde, maden ocağınızda, inşaat sahanızda, fabrikanızda en basit ve en zorunlu tedbiri bile almıyorsunuz. Yiyeceklere kimyasal katmaktan kaçınmıyorsunuz.

Bangladeş’e gidip fason üretim yaptıran bir şirket teklif ettiği parayla işçilerin kaça çalışacağını, aldığı paranın günlük yiyecek ihtiyacını karşılayıp karşılamayacağını “doğal olarak” hiç mi hiç umursamıyor. Sürdürülebilirlik moda olduğu için olsa olsa müşterisinden eski giyeceklerini topluyor, buna da bir tür PR kampanyası olarak bakıyor.

Daha da korkuncu tüm bunlar nihai tüketiciyi ilgilendirmiyor. Birkaç sivil toplum örgütünün çabası olmasa çocuk işçi sorununu da, kullandığı tişörtün ve pantolonun bir su canavarı olduğunu da, tekstil sanayinin atmosferi en çok kirleten, iklim değişikliğine en amansız katkıda bulunan iş kollarından biri olduğunu da önemsemeyecek.

Siz de ben de dünyanın ağırlıklı bir kesimi de bize verilenle mutlu olmayı, modayı elimizden geldiğince takip etmeyi, aldığımız giysilerle sevinmeyi, reklamların bize dayattığı doğrularla beklentilerimizi şekillendirmeyi, bir deterjan, kahve, ayakkabı veya telefon markasını diğerinden üstün sayıp kullanmakla kutsanmayı, hayatı sunulduğu şekliyle yaşamayı sürdüreceğiz.

Arada tabii ki siyaset yapacağız, ekonomiden ve dünyadaki diğer eşitsizliklerden, savaşlardan ve krizlerden yakınacağız. Gazze’deki insan kıyımına, işlenen savaş suçlarına, biraz da çaresizliğimize üzülüp haklı olarak tepki göstereceğiz. Ancak ne eşitsiz mübadele ne de kapitalizmin temel mantığı değişecek. Biraz bilinçli olursak olasıdır ki çekilen ve çektirdiğimiz acılar azalacak.

Belki Bangladeş’teki işçiler, hatta belki Türkiye’dekiler biraz daha çok kazanacak. Gelir daha adaletli paylaşılacak. Hayal bu ya bakarsınız profesörlerin maaşlarına yüzde 100 zam yapılıp hiç olmazsa Almanya’daki asgari ücretli en vasıfsız işçi kadar para kazanmaları sağlanacak. Unutmayalım ki bu gün Pazar, biraz hayal kurmanın bana bile zararı yok…

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum