İlk yılının sonunda yeni Suriye…
Pazartesi günü HTŞ önderliğindeki Suriye muhaliflerinin Esad yönetimini devirip iktidarı ele geçirmesinin, iç savaşı ve Baas rejimini sona erdirmesinin birinci yıl dönümüydü. Olay Şam ve daha pek çok yerde coşkuyla kutlandı, Cumhurbaşkanı Şara’nın da katıldığı bir resmigeçit düzenlendi. Dünyanın pek çok ülkesinde de gazeteler, dergiler, televizyonlar ve hatta düşünce kuruluşları son bir yılın muhasebesini yaptı.
Takip edebildiğim kadarıyla birkaç istisna dışında bardağın genelde boş tarafına bakıldı, Suriye’nin sorunlarını hala çözemediği, istikrarının tehlikede olduğu vurgulandı. Kimi Suriye’yi SDG açısından okumaya, anlamaya ve anlatmaya çalışırken kimi de Dürziler ve Alevilerin muhatap oldukları şiddeti ön plana çıkarttı. Bazıları da Şara’nın geçmişine atıfla ülkeden demokrasi olur mu olmaz mı tartışmasına girdi.
Oysa Suriye son bir yılda önemli mesafe kat etti. Her şeyden önce iç savaş şimdilik kaydıyla da olsa bitti. Şara, şeklen ve anlayış olarak büyük bir değişimle uluslararası meşruiyet kazandı, Beyaz Saray’da kabul gören ilk Suriye devlet başkanı oldu. Arap dünyasıyla ve Avrupa ile olan ilişkilerini normalleştirdi. Moskova’yı da ihmal etmedi. Uygulanan ambargolar, yaptırımlar büyük ölçüde kalktı.
Yavaş da olsa Suriye’ye sermaye ve yardım akışı başladı. Ama tabii ki bir yıl içinde ülkenin tüm sorunlarını çözmek, 13 yıllık iç savaşın yaralarını sarmak, insanlara yakın geçmişi unutturmak, farklı cephelerde yer alanları bir araya getirip ondan mutabakata, ortak kader anlayışına dayalı bir devlet yaratmak henüz mümkün olmadı.
Bir yanda ülkenin kendi içindeki merkezkaç kuvvetler var, diğer yanda ülkenin birleşip bütünleşmesini ve Türkiye ile yakınlaşmasını kendisi için tehdit olarak gören İsrail. Bir yıldır her fırsatta askeri ve siyasi olarak müdahale ediyor, 1967’den bu yana işgal altında tuttuğu toprakları genişletmeye, Dürzi nüfusun hamiliği gerekçesiyle Suriye’nin geleceğine ipotek koymaya çalışıyor.
Uzun sayılabilecek bir süre de Suriye’nin kendisine karşı harekete geçmesini, böylece Amerika’nın lehine seçim yapmasını sağlamaya gayret etti ancak başarılı olmadı. Zaten Şam da Ankara da çatışma yerine diplomasiyi seçti. Beklentilerin aksine Amerika, Türkiye’nin teşviki ve Suudi Arabistan’ın telkiniyle yeni Suriye’yi tanımayı, ona bölgesinde rol biçmeyi tercih etti. SDG’ye verdiği desteği azalttı, ulusal uzlaşmaya zorladı.
10 Mart mutabakatı da böyle bir zeminde ortaya çıktı. SDG liderliği her ne kadar muhtelif gerekçelerle ulusal uzlaşmadan uzak durmaya, resmi üniformalı dahi olsa kendi kontrolü altında silahlı bir güç bulundurmaya çalışsa da başarı şansı düşük. Unutmayalım ki, dünya siyasetindeki çalkantılar Türkiye’yi çıkarları dikkate alınması gereken bir aktöre dönüştürdü.
IŞİD’in yenilmesi, İran’ın devre dışı kalması, Rusya’nın enerjisini Ukrayna’da harcaması da Suriye dengelerini etkiledi. Konjonktür Türkiye’den ve Suriye’deki merkezi yönetimden yana. Bu şartlar altında Türkiye’nin parçalı bir yapılanmaya, şu anki fiili durumu hukuki hale getirecek ve ilk fırsatta ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek bir oluşuma müsaade etmesi imkansıza yakın.
Ben Suriye bütünleşmesinin, istikrarının güce başvurmadan, açık ve örtülü güç imasıyla sağlanabileceğini düşünüyorum. Eğer Şam yönetimi ve özellikle Türkiye bugünkü dengeli, dünya gerçeklerini dikkate alan politikasını sürdürürse, sorunlar güç kullanılmadan çözüleceğe, Suriye istikrara kavuşabileceğe benzer. Türkiye’den yana umutluyum, Şam’a “dosyayı” iyi bilen Nuh Yılmaz’ın büyükelçi olarak atanmasını da önemli buluyorum…
