NATO zirvesine hazırlanırken…

1949’da kurulup genişleye genişleye askeri ve siyasi anlamda dünyanın en güçlü ittifakı haline dönüşen NATO’nun devlet veya hükümet başkanları 11 ve 12 Temmuz’da Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta bir araya gelerek tarihi bir zirve gerçekleştirecek. Kosova sorunundan ittifakın Çin’le olan ilişkilerine kadar pek çok konunun konuşulacağı ve dünya siyaseti açısından gösterge niteliği taşıyacak kararların alınacağı zirvenin en önemli iki gündem maddesi İsveç’in üyeliği ve Ukrayna’nın geleceği olacak.

Pazartesi günü yapılacak zirve öncesi toplantılardan birinde, ama muhtemelen birden çok daha fazlasında Türkiye’nin İsveç’ten ve aslında ittifakın diğer önemli üyelerinden talepleri konuşulacak, Türkiye’nin İsveç’in üyeliğine koyduğu ambargonun kaldırılması amacıyla çalışılacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindekilerin ikna olması için İsveç’in gerçekleştirdiği hukuki reformlar, mahkemelerinin verdiği kararlar anlatılacak. Genel Sekreter Stoltenberg’in yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla zirve bildirisine terörün her türlüsüne karşı bir madde de konacak.

Ancak İsveç zirveye aday ülke sıfatıyla katılacak, pazartesi günü yapılan müzakerelerde ne söz verilirse verilsin sonuç zaten değişmeyecek, TBMM toplanıp da gece yarısı katılım antlaşmasını onaylamayacak. Türkiye sadece İsveç’in değil, başta ABD olmak üzere diğer üyelerin de çıkarlarına, güvenlik endişelerine hassasiyet göstereceğine ikna olmadığı, F-16 konusu başta olmak üzere rahatsızlık duyduğu alanlarda somut bir ilerleme görmediği sürece üyelik kozunu kullanmaktan imtina etmeyecek.

Biden Yönetimi İsveç’in açığını kapatacak bir vaatle gelmezse, zirve deklarasyonunda olsa olsa daha umutlu bir cümle yer alacak fakat üyelik için tarih ya da taahhüt verilemeyecek. Türkiye prensipte üyeliği desteklediğini söylerken, dışarıdan bakanlar Türkiye’nin endişeleriyle NATO’nun genişlemesinin ne alakası var demeyi, sorunun özünü anlamazlıktan gelmeyi sürdürecekler.

Oysa görmeleri gereken tek şey Türkiye’nin baskı, ayıplama ve ısrarla bu konuda pozisyonundan taviz vermeyeceği. İsveç’in üyeliğini desteklediği, asıl sorunun İsveç’ten çok Amerika’yla olduğu, beklentilerinin en çok Amerika tarafından karşılanabileceği. İttifakın artık Türkiye’nin meşru güvenlik endişelerini bir bütün olarak idrak edip üyelik sorununun aşılmasını sağlaması şart. Çünkü gündemde çok daha önemli konular var.

Unutmayalım ki NATO tarihinin en önemli meydan okumalarından biriyle karşı karşıya. Korumakla yükümlü olduğu sınırların hemen yanı başında, Avrupa’nın ortasında bir savaş 500 günden fazla bir süredir devam ediyor ve bitirilmesi için ittifaka büyük sorumluluk düşüyor. Hem Ukrayna’nın desteklemesi, hem savaşın tırmanmamasının sağlanması, hem de Rusya’nın daha fazla çevrelendiğini düşünmemesi gerekiyor.

Bunun da ne yazık ki sihirli bir formülü yok. Almanya’da yapılan bazı açıklamalardan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’yi kabulü sonrasında söylediklerinden, yöntemlerden birinin Ukrayna’nın NATO üyeliği olduğu anlaşılıyor. Buna haklı nedenlerle itiraz edenler çok. Foreign Affairs’de Justin Logan ve Joshua Shifrinson’un yazdığı gibi içinde ciddi risk ve tehditler barındırıyor. Yine de üstünde konuşulabilecek bir seçenek.

Mesela, Ukrayna’ya verilecek somut üyelik perspektifi Rusya ile varılacak bir büyük mutabakatla beslenecek olursa, yani NATO Ukrayna’nın diyelim ki şu an kontrolü altında olan topraklarının güvenliğini garanti ederken buna karşılık zımnen dahi olsa Ukrayna’nın kaybettiği topraklar üstündeki talebinden vazgeçmesini sağlarsa, bunu Normandiya Formatı benzeri bir formülle ve belki bir tür barış gücü operasyonuyla desteklerse, savaşın sonlanması, krizin aşılması mümkün olabilir.

İttifakın yüzleşmesi gereken bir başka sorun da Çin’le ilişkilerin geleceğinin ne olacağı. Amerika NATO’yu ısrarla Hint-Pasifik aksına çekmeye, Japonya ile işbirliğini güçlendirmeye çalışırken Avrupa’nın ayağının güçlü-kuvvetli üyelerinin bu kayışa ne diyeceği, Çin’le çatışma, sürtüşme ve krizi mi yoksa işbirliğini mi tercih edeceği. Bu hassas dengenin Zirve Bildirgesi içinde nasıl ifade edileceği. Daha da önemlisi AB’nin stratejik otonomi vizyonunun içinin doldurulup doldurulamayacağı.

Tüm bu tartışmalar ve zirvede konuşulacak, Sherpa’lar tarafından karara bağlandığı için konuşulmadan geçilecek fakat dünya siyasetinde sonuç doğuracak konuların hemen hepsi bizim açımızdan önemli. Kosova’nın istikrarı da, Rusya’ya karşı alınabilecek ilave önlemler de, Afrika’daki herhangi bir soruna karşı takınılacak tutum da öyle. Ama en önemlisi Ukrayna sorunun çözümü yolunda adım atılması, bir de Türkiye’nin meşru güvenlik endişelerinin anlaşılması.

İsveç’in üyeliği henüz Macaristan tarafından da tasdiklenmemiş olsa dahi, bu zirvede ilginin büyük ölçüde Türkiye’nin üstüne yoğunlaşacağını söylemek sanırım abartı olmaz. Umarım bu ilgiyi çıkarlarımızı korumanın, güvenlik endişelerimizi gidermenin aracı haline dönüştürüp, zirveden başarı elde etmek zorunda olan Amerika’yı daha tavizkar olmaya teşvik edebiliriz. İyi ve huzurlu bir pazar günü dileğiyle…

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum