Seçim sonuçlarını beklerken…
Almanya bugün seçime gidiyor. Yaklaşık 59 milyon 200 bin seçmen, 630 sandalye için yarışacak olan 4 bin 506 aday ve 29 parti arasında tercihini yapacak. Son kamuoyu yoklamaları Hristiyan Demokratların (CDU/CSU) önde olduğuna, Nazi referansları güçlü Almanya için Alternatif’in (AfD) ikinci parti konumuna yükseldiğine, iktidardaki Sosyal Demokratların (SPD) ise seçimlerden ancak üçüncü parti olarak çıkabileceğine işaret ediyor.
Genel beklenti CDU/CSU ile SPD’nin daha önce de olduğu gibi bir koalisyon hükümeti kurabilecekleri yönünde. Fakat seçim sisteminin karmaşıklığının ve liberal Hür Demokratlar (FDP) ile sol gibi duran ama sağ politikalar benimseyen Sahra Wagenknecht İttifakı’nın (BSW) yüzde beşlik barajı geçmesi halinde iki ana akım partinin hükümet kurmak için gerekli olan 316 sandalye sayısına ulaşamayabileceği tahmin ediliyor. Bir çözüm de üçüncü parti olarak Yeşillerin (Bündis 90/Die Grünen) hükümete katılması.
Hristiyan Demokratlar AfP ile hükümet kurmayacaklarını ilan ettikleri için görünürdeki bir başka çözüm yöntemi de azınlık hükümeti. Ancak AfD’li bir hükümet olasılığını da göz ardı etmemek gerek. Nihayetinde CDU’nun başında artık Angela Merkel yok, inkar etse de aşırı sağa sempatiyle bakan, onların göç başta olmak üzere siyasi pozisyonunu büyük ölçüde destekleyen, fanatik duruşu tescilli, AfD ile anlaşması SPD ile uzlaşmasından çok daha kolay olan Friedrich Mertz var.
Ki yapılan hesaplamalar hemen her şart altında CSU/CDU ile AfD’nin alacağı oyların ve Federal Meclis’te kazanacağı sandalyelerin koalisyon hükümeti kurmaya yeteceğine işaret ediyor. Yani aşırı sağın 80 yıl sonra yeniden iktidara gelme olasılığı artıyor. Daha da önemlisi AfD’nin politik duruşunun, ana akım CDU/CSU’nun da politik duruşu haline gelmesi, bırakın yeni göç almayı, gelenleri ve onlara göre uyum sağlayamayanları, genel kültürünü benimsemeyenleri bile geri göndermenin yollarını araması.
Görünen Almanya’nın orada yaşayan “yabancılar” için de ziyarete gidecek “yabancılar” için de daha zor bir ülke olacağı. Türkiye gibi ülkelerde vize kuyruklarının uzayacağı, üyelik zaten artık söz konusu olmasa da vize serbestisinin gerçekleşmeyeceği, her ne kadar hem AfP hem de CSU/CDU’da Türk adaylar bulunsa da ülkede çok kültürlülüğün tarihe karışacağı, eskiden yapılsa ayıp kabul edilecek ayrımcılığın artık makul olduğuna geniş kesimlerin inanacağı, çatışmacı bir medeniyet anlayışının siyasi dile yerleşeceği.
Ayrıca Merz’in, özellikle AfD’li bir koalisyonla iktidara gelişinin konjonktürün de yardımıyla Almanya’nın yeniden dünya siyaset sahnesinde etkili ve askeri açıdan güçlü bir devlet olarak çıkmasının önünü açacağını söylemek de kehanet olmaz. Merz şimdiden ve kendince haklı nedenlerle güvenliklerini bundan sonra Amerika’ya emanet edemeyeceklerini açıkladı. ZDF’e verdiği bir mülakatta İngiltere ve Fransa’dan nükleer caydırıcılıklarından yararlanma talebinde bulunacaklarını söyledi.
İngiltere’nin doktriner olarak Avrupa kıtasına yapılacak bir saldırıya cevap hakkını saklı tuttuğunu, Fransa’nın da geçmişte pek çok kez Almanya’ya benim koruyucu nükleer şemsiyemden yararlan dediğini düşündüğümüzde sorunun tatlıya bağlanacağını varsayabiliriz. Fransa ve/veya İngiltere’nin vereceği nükleer silahların Almanya’ya konuşlanmasının, caydırıcılıkta Amerika’yı ikame edeceğini düşünebiliriz. Fakat bunun kalıcı bir çözüm olmasını bekleyemeyiz.
Ne de olsa dünya siyasetinde dengeler bir kez sarsıldıktan, büyük bir savaştan sonra hegemonya ve baskıyla kurulan düzen bozulduktan sonra bu tür çözüm yöntemleri genellikle geçici kaydıyla hayata geçer. Sonuçta Almanya da hakkı olduğuna inandığı nükleer caydırıcılığa sahip olmak için çalışır. Amerika tarafından “terk edilmesi” kendi güvenliğini kendisinin sağlamasına, hep akıllarda olan bir sorunun Fransa ve İngiltere için de sorulmasına, bizim için kendini feda eder mi denmesine yol açar.
Muhtemelen ondan önce de nükleer silahların paylaşımı konusunda Fransa ve Almanya ile sorun çıkar, milliyet ve aidiyet faktörü “göç” meselesinin ötesinde de siyaset sahnesine girer. Bir de unutmayalım ki, Fransa ve İngiltere de Almanya’nın dünya siyasetinin doğası gereği güçlenmesinden çekinir. Brüksel metaforu üstünden şekillenen merkezkaç güçler zaman içinde birbirinin hasmı haline dönüşüp Avrupa’nın eski Avrupa olmasına, jeopolitiğin değişmesine, NATO ve Avrupa Birliği’nin içten içe erimesine yol açar.
Çok karamsar bir senaryo çizdiğimin farkındayım ama bizim daha da karamsarına, Trump dünyasının Avrupa sağının yükselişiyle birlikte yaratacağı büyük sorunlara, jeo-sismik sarsıntılara hazırlıklı olmamızda, bunların Türkiye için zorluklar kadar fırsatlar da yaratabileceğini düşünmemizde yarar var. Yeter ki önce içimizdeki kısır çekişmeleri aşalım, evrensel hukukun sınırlarını zorlayan siyasi müdahalelerden vazgeçelim, demokrasimizi ve ifade özgürlüğümüzü tartışmasız hale getirelim…
