Mesele Beşir Atalay mı?
Kırıkkale Üniversitesi yerleşkesinden kurucu Rektör Beşir Atalay’ın adının silinmesi nedense muhafazakâr elitler arasında ciddi tepki gördü. Pek çok iktidar temsilcisine ya da yakın basın organına göre yapılan uzun yıllar AK Parti milletvekili, bakan olarak hizmet etmiş, sonra “ne olduysa” yollarını ayırmış, Kırıkkale Üniversitesi’ne büyük katkılarda bulunmuş Beşir Atalay’a yapılan büyük bir vefasızlık örneği idi.
Öncelikle vefanın pozitif hukukta bir karşılığı yok. Ya da ortada bir yanlış veya doğru varsa orada hüküm vefa üzerinden tersine dönmez. Yapılması gereken önce hukuk ne diyor ona bakmak. Eğer hukukun mülkiyet hakkı, ifade ve teşebbüs hürriyeti gibi en temel umdeleri ayaklar altında ise vefa gibi süslü kelimeler memlekette toplamda olan biteni örtmeye pek yetmiyor.
Eğer vefadan bahsedilecekse dürüstlük ve ahde vefa hukukta geçen başlıklar. Orada da verilen sözlerin tutulma(ma)sı konusunda iktidarın geçmişi çok parlak değil.
Konunun farklı boyutları var.
En başta ilkesel olarak yaşayan bir kişinin isminin herhangi bir kuruma, mekâna, caddeye neden verildiğini sorgulamak lazım.
Yaşayan bir siyasetçinin kendi parası ile yaptırmadığı, kamunun parası ile inşa edilen daha da garibi belki onyıllardır zaten ayakta olan hizmet veren bir kuruma isminin verilmesini ve o mekâna gidip kendisini rahat hissetmesini anlamak ayrıca zor.
Siyasi iktidar değiştiğinde yüreği soğutmak için neredeyse hepsinin değiştirileceği biline biline üniversitelere, farklı kurumlara yaşayan siyasetçilerin isimlerinin verilmesi bir insan ömründe bile anlamsızlığı ispatlanacak tutumlar. Ölenlerin isimleri ile ilgili de tartışma zemini var ama konumuz dışı.
Sadece bir elin parmakları ile sınırlı insanların isimleri üzerinden mekânsal, tarihi ve toplumsal hafıza inşası o toplumlardaki diğer bireylerin varoluşunu da ezen, yok sayan bir anomali. Dünyada bunun örnekleri sadece “rejim” tabiri ile tarif edilebilecek yönetimlerde var. Onların ömrü de sınırlı oluyor. Tabii bizde ilçe belediye başkanları bile dağa taşa kendi fotoğraflarını asmakta beis görmedikleri içim durum daha da vahim. Bırakın fotoğrafınız eşinizin cüzdanında kalsın.
Atalay’ın durumu bu kadar ileri bir örnek değil. Beşir Hoca’nın kendisinin bu tarz girişimlere ne kadar mesafeli olduğunu anlamak için kendisi ile çok kısa bir teşriki mesai yeter de artar. Kaldı ki Beşir Hoca’yı tanıyanlar bu konudaki tutumunu da bilirler.
Üstelik Beşir Atalay’ın başına bu tarz bir ‘cezalandırma’, ‘had bildirme’, ‘yok sayma’ ilk kez gelmiyor. 1992’de başına getirildiği üniversiteyi o günün ve şehrin şartlarında küçümsenemeyecek bir çaba göstererek birçok bölümü, akademik kadrosu ile hatırı sayılır bir yere getirmesinin bedelini 28 Şubat’ta görevden alınarak ödemişti.
28 Şubat dönemi yapılan haksızlıklar ile bugünü karşılaştırdığınızda eski çamların bardak olduğunu görmek iki trolün size laf yetiştirmesine bakar. Geçelim.
Muhafazakâr elitlerin Atalay’a vefasızlık iddiası ile ortaya atılmaları son on yıldır ülkede sayılmaya kalksa buradan uzaklara yol olacak haksızlıklar karşısındaki sessizlikleri ile ağır bir çelişki içerisinde.
Boğaziçi Üniversitesi’nin, içindeki ‘fetih heyecanını’ hala atamamış bir kesim tarafından tedib edilmesi gözümüzün önünde oldu. Boğaziçi’nin de bir ölçüde parçası olduğu kimlik gerilimlerinin hıncını akademik, profesyonel ve hatta siyasi saiklerle bile açıklanamayacak bir nobranlıkla almaya çalışmak ibretlik.
Hadi karşı mahalleyi geçelim, AK Parti mahallesinin gözünün nuru bir üniversitenin, İstanbul Şehir Üniversitesi’nin çığlıkları bugün ilkesel tutum benimseyenlerin çoğunun parmağını kıpırdatmasına yetmedi.
Memlekette bu kadar hukuksuzluk varken, bir üniversitenin kampüsünün adının değil fiziki varlığının üzerinden gözü kara bir kinle geçilmişken eski bir yol arkadaşının ismine yapılan haksızlık üzerinden, gençlerin moda tabiri ile, ‘duyar kasmak’ kimsenin sicilini temizlemeye yetmez.
Bir sonuca ulaşsın diye değil ama gelecek nesiller kimin nerede durduğunu bilsin adımlarını ona göre atsınlar diye vefa, hukuk ve adalet üzerinden sicil defterleri açılınca o zaman Beşir Atalay’a yapılan en son sıralarda yer alacaktır.
Tutarsızlıkla malum bu çerçevenin iki temel istisnası var. Birincisi ve saygıdeğer olanı sadece son süreçte değil kime ve ne zaman yapılırsa tüm haksızlıklar karşısında ilkesel tutum sergilemekten çekinmeyenler. Bazen güçlü bazen zayıf sesle de olsa adalet yanında tutumunu kayda geçirebilmiş olmak büyük erdem. Son dönemde belki yorulmuş olmak ve ‘söylesem faydası yok’ konumuna evrilmek bunu değiştirmiyor.
İkinci istisna ise hiçbir haksızlık karşısında ses çıkarmamayı bizatihi doğru kabul edip kendisini ilkesel değil ama ‘makam’ bağlamında korumaya alanlar. Onlara da ne dense faydası yok zaten. En azından gücün yanında durmak konusundaki istikrarlarını tebrik etmek gerek.
