Kıyamet yarın kopacaksa
‘Marshmallow deneyi ve hayatta kalma modu’ başlıklı yazımda gözlerini dünyaya yokluklar içinde açmış, haksızlıklara adaletsizliklere uğramış, hayatı acımasız bir ekmek kavgası olarak tanımış kimselerde gelecek tasavvurunun nasıl farklılaştığını anlatmıştım.
Araştırmalar, hayata dezavantajlı gelenlerin daha çok önlerindeki fırsat ve tehditlere odaklandıklarını, gelecekteki ödül ve cezaları fazla umursamadıklarını, geleceği planlamaya inanmadıklarını gösteriyor.
Eskatolojiden türetilen ‘ahir zaman’ inancını, biraz da böyle insanların psikolojisi besliyor.
Eskatoloji, dinler tarihinde ve felsefede, "sonun bilgisi" anlamına gelir. Yunanca eschatos (son, nihai) ve logos (bilgi, söz) kelimelerinden türemiştir, kâinatın ya da insanlık tarihinin nasıl sona ereceğiyle ilgili inançları inceler.
Ruhları erken yaşlarında adaletsizliklerle, haksızlıklarla yaralanmış kimseler dünyayı karanlık, vahşi, öngörülemez bir cangıl gibi görmeye daha eğilimli olurlar:
Zulüm her yerdedir. Her şey her geçen gün daha da kötüye gitmektedir ve bunu durdurmaya kimsenin gücü yetmemektedir.
Bu korkunç zulmün müsebbibi olan insanlar tanrı tarafından topyekûn ‘helak edilmeyi’ hak etmişlerdir.
O yüzden ahiret çok yakın olmalıdır. Eskatolojik bir kurtarıcı (Mesih, Mehdi) çok yakın bir gelecekte ortaya çıkacak, çok büyük bir savaşla zalimleri yok edecek ve dünyayı adalete kavuşturacaktır.
Peki ahir zamanda yaşadığımıza inanmanın orta/uzun vadeli soyut hedefler için arzulara gem vurma, istekleri erteleme, geleceğe yatırım yapma davranışları ile alakası nedir?
Eğer kıyametin çok yakında kopacağına kesin olarak inanıyorsanız “anlık” yaşarsınız. Karşınıza çıkan anlık fırsatları kaçırmaz, uzun vadeli (maddi/manevi) yatırımlar yapmaktan kaçınırsınız.
Zaten varlık tümden yok olmanın eşiğindeyken, kim kalıcı kurumlar kurmakla ya da sağlam prensipler belirlemekle uğraşır?..
Dahası toplumsal normları, kuralları ihlal etmekte sakınca görmezsiniz. Nasılsa herkesin canının derdine düşeceği mahşer günü hiçbir dünyevi otorite sizden hesap soramayacaktır!
Yapmanız gereken sadece, beklediğiniz kurtarıcının gökten indiğinde selamet sahiline götüreceği seçilmiş insanların arasında olmaktır!
Kıyamet kopmak üzereyse zaman, sadece “yaşanılan ana” sıkışır.
Eğer yarın diye bir şey olmayacaksa planlar yapmaya da tedbirler almaya da gerek yoktur.
Sadece gelecek değil geçmiş de anlamsızlaşır ve önemsizleşir.
Yarın yoksa dünü hatırlamanın esprisi de azalır. Dünü hatırlamak, hatalardan tecrübelerden ders çıkarmak, yarını planlamak, geleceği şekillendirmek için anlamlıdır.
En olağanüstü hâl olan kıyametin, ‘arifesi’ de çok istisnai bir zamandır.
İstisnai zaman ve hallerde kanunlar, kurallar, temayüller, normlar buharlaşır. Ahlaki, dini, hukuki çizgiler flulaşır.
Böyle bir toplumsal psikolojinin, bireyin ve toplumun davranışlarında derin bir değişime yol açmaması mümkün değildir.
Sorumluluk duygusu yerini fırsatçılığa, uzun vadeli ilke ve idealler yerini kısa vadeli çıkar hesaplarına bırakır.
Yarın diye bir şeyin olmadığı bir dünyada, bugün elde edilebilecek her şey kapılmalı, hatta gerekiyorsa gasp edilmelidir!
Dem bu demdir. Dem bu dem!..
Bu düşünce yapısının bireysel düzeydeki yansımaları kadar, siyasi, idari ve içtimai sahalardaki tezahürleri de yıkıcıdır.
Geleceği olmayan bir dünyada şehir planlaması anlamsızdır. Eğitim sistemini ıslaha gayret etmek boşunadır. Uzun vadeli kalkınma stratejileri komiktir. Hukukun üstünlüğü, adalet, şeffaflık gibi ilkelerle uğraşmak zaman kaybıdır.
Günü idare etmek yeterlidir.
Kurumsal yapılar zayıflar, kamusal güven azalır, etik normlar aşınır.
Yarına inancı kalmamış, sadece yaşadığı ana ve hayatta kalmaya odaklanmış zihinler, mevcut yapıları -nasıl olsa artık ihtiyaç kalmadı düşüncesiyle- kolayca yıkabilirler
Ama kalıcı ahlaki, toplumsal ya da estetik değerler inşa etmezler, edemezler.
O yüzden hayatta kalma modundan çıkmak, yeniden güven, dayanışma, uzun vadeli hedefler ve ortak idealler üzerine kurulu bir gelecek algısı inşa etmek zorundayız.
Yoksa ‘kıyametimiz’ kendini gerçekleştiren bir kehanet olacak!
