Linç kültürünü mesleksizlik besliyor
Sabah uyanınca elimize telefonumuzu alıp ‘günün dijital recmini’ izlemeye başlıyoruz.
Gerekçe, bazen bir gaf, bazen yıllar önce atılmış bir tweet, bazen de sadece aykırı bir fikir oluyor.
Sonrası malum: Linç, hakaretler, tehditler, işinden etme çağrıları, sosyal ölüm ve ‘iptal’.
Önceki yazımda ‘cezalandırıcı hukukun’, ‘mekanik dayanışma’ ile bir arada duran küçük, izole, kırsal topluluklarda görüldüğünü; bu anlayışın ‘organik dayanışma’ esası üzerine kurulmuş olan şehirde toplumun aleyhine işlediğini anlatmıştım.
Herkesin birbirine muhtaç olduğu şehirlerde yaşadığımız halde, linç/iptal kültürü hızla yaygınlaşıyor.
Bunun sebeplerinin en başında ‘mesleksizlik’ var.
Pek çok insanımız, vasıflı olmadığı için toplumsal hayata uzmanlığıyla dâhil olamıyor.
Bilgisi, tecrübesi, becerisi sayesinde değil, intisap ettiği grup ya da liderin lütfedip himaye etmesi sayesinde toplumsal hayatta kendine yer bulabiliyor.
Güçlü bir grubun koruması ve sağladığı avantajlar olmazsa hayatta kalamayacağından korkuyor.
O yüzden de kendisini cemaatinin, örgütünün, partisinin linçlerine katılmaya mecbur hissediyor.
Çünkü grubun bir seçimini sorgulamanın, insani, ahlaki, vicdani bir itirazda bulunmanın bedeli çok ağır: Dışlanmak, ayazda kalmak, hatta belki grubun hedefi olmak!
Linç kültürünü besleyen diğer bir sebep, uzmanlıkların aşırı endüstrileşmenin ardında görünürlüğünü yitirip önemsizleşmesi.
Marketten aldığımız yumurtanın masamıza gelmesi için çiftlik çalışanlarından yem fabrikası işçilerine, mühendislerden müfettişlere, veterinerlerden lojistikçilere kadar koca bir ordu çalışıyor ama biz sadece kredi kartımızı uzattığımız kasiyeri görüyoruz.
İnternetten alışverişin bize görünen yüzü, bir ekran ve kuryeden ibaret! Bu konforu mümkün kılan girişimci, finansçı, tedarikçi, stokçu, reklamcı, muhasebeci, tasarımcı, yazılımcı vs. gibi sayısız profesyonelin katkısını düşünmüyoruz bile!
Sanki o hizmeti sağlayan etten kemikten uzmanlar değil de robotlarmış gibi...
O uzmanlardan biri yok olsa bile yerinin derhal doldurulacağını, onun yokluğunun üzerimizde hiçbir etki yaratmayacağını varsayıyoruz.
O yüzden de uzmana ve uzmanlığa atfettiğimiz kıymet azalıyor.
Memurların, işçilerin, hizmet sektöründe çalışanların ‘ihtisasları’ anlamsızlaşıyor, hepimiz dev bir makinenin önemsiz, sıradan, kolayca değiştirilebilir dişlilerine dönüşüyoruz.
Yapay zekanın pek çok iş sahasında hızla uzmanların yerini alması da bu süreci hızlandırıyor.
Ama toplumun artık -biz dahil- kimsenin uzmanlığına ihtiyacı olmadığı hissi, birlikte yaşama irademize darbe vuruyor.
Birey olarak önemimizin azaldığı, profesyonelliğin değer kaybettiği bir dünyada hayatta kalmanın en kolay yolu, yeniden grup mensubiyetine sığınmak.
Hukukun güç sahiplerinin elinde araçsallaştığı bir devirde, güçlü grupların himayesi, en parlak avukatların savunmalarından çok daha fazla işe yarıyor.
Para kazanmak, sosyal, siyasi, hatta fiziki tehlikelerden korunmak gibi amaçlarla, dini veya seküler cemaatlerin, siyasi partilerin, tarikatların, paramiliter yapılanmaların, hatta bazen mafyatik oluşumların kanatları altına sığınmaya mecbur kalıyoruz.
Bu irili ufaklı hiyerarşik iktidar odaklarına teslimiyetin bedeli, çoğu zaman hür ve eleştirel düşünceden vazgeçip o yapıların ‘trollerine’ dönüşmek oluyor.
Birey olmaktan çıkıp örgüt fedailerine dönüşenlerden, örgüte sadakatlerini her gün yeniden ispatlamaları bekleniyor.
Bunun da yolu, grubun dost ilan ettiklerine dost, düşman ilan ettiklerine sorgusuz sualsiz düşman olup linç partilerine aşkla ve şevkle katılmak!
İşte bu da linç kültürünü, ilkel kabilecilik reflekslerini besliyor.
Dijital meydanlarda kurulan bu sanal darağaçları, bugün ‘ötekini’ cezalandırıyor gibi görünse de aslında geleceğimizi ipe çekiyor.
Bu ‘anomi’ yani kuralsızlık döneminde kaybolmamak için sığındığımız kabileler, bizi medeniyetten uzaklaştırıyor.
Kabileye geri dönüş, güvenli bir liman gibi görünebilir; ama o limanda bizi ‘mekanik’ ya da ‘organik’ bir dayanışma değil, çatışmalarla kendini tüketmiş bir medeniyetin ‘kaotik’ enkazı bekliyor.
