Merz’in “bavulunu taşıması” bir mizansen mi, değil mi?

Almanya başbakanı Merz’in Türkiye ziyaretinde, yanında eşi ve danışmanı ile birlikte, bir elinde elbise kılıfı ve bazı dosyalar; diğer elinde çekerek götürdüğü tekerlekli bavul ile arabasından uçağa gidişini gösteren fotoğraf ve video görüntüleri sosyal medyada viral oldu.

Bir başbakanın elleri kolları dolu, yanında kalabalık bir heyet ve korumaları olmaksızın, sıradan bir yolcu gibi resmi bir ziyarete çıkması pek alışıldık bir görüntü değil.

Bu görüntüler üzerinden bir anda alevlenen polemik ve tartışmalarda, Türk kamuoyu ikiye bölünmüş vaziyette…

Bir taraf, Almanya gibi güçlü ve zengin bir ülkenin başbakanının, böylesine sıradan ve gösterişsiz bir yolculuk yapmasının büyük bir tevazu ve olgunluk örneği olduğunu vurgulayarak, bizim gibi ekonomik sorunlarına rağmen resmi seyahatlerinde aşırı israf ve şatafattan bir türlü vazgeçmeyen ülkemiz yöneticilerinin bundan ders almaları gerektiğini savunuyor.

Diğer taraf ise, Alman başbakanın sergilediği bu tutumun, aslında normal zamanlardaki halini yansıtmadığını; tüm detayları uzmanlarca tasarlanarak hazırlanmış bir “piar” çalışması kapsamında kurgulandığını ileri sürüyor. Bu yaklaşıma göre, sahnelenen mizansen ile Türkiye’deki “gösterişçi ve israfçı devlet yönetimi anlayışını” mahkum etmeye ve halkın gözünden düşürmeye yönelik stratejik bir politika hamlesi gerçekleştirilmiştir.

Merz ve heyetinin sergiledikleri tavrın maksatlı olup olmadığına dair ortaya konacak bir görüşün her zaman spekülasyon barındırabileceğini, dolayısıyla bu konuda kesin bir yargıya varılamayacağını öncelikle belirtelim.

Bu noktada objektif olma gereği, ihtiyatlı bir yaklaşım benimsesek de, Merz’in her iki kolunun bavul, giysi ve ve gelişigüzel tutulmuş dosyalarla dolu olduğu halde uçağa doğru gidişinin; bu mevkideki bir devlet yetkilisi için normalin çok ötesinde beklenmeyen bir durum olduğunu, hatta sıradan bir yolcu için bile “uç bir örnek”oluşturduğunu kabul etmemiz gerekir. Yani, dosyalar bavula yerleştirilebilir, en azından peşi sıra gelen elemanından, taşımaya yardım etmesi istenebilirdi.

Bu olay Türk halkında, “Bir Başbakan hiç böyle bavul ve eşya taşır mı ?” yönünde doğal bir şaşkınlık uyandırdıktan sonra; ister istemez, “Bizimkiler niye böyle değil…” veya “Bu kadar alçakgönüllülük de fazla…” ile başlayan bir dizi sorgulamayı beraberinde getiriyor?

Bu “aşırı mütevazı” uçağa biniş sahnesinin bir “senaryo eseri” olup olmadığı hakkında bir yargıya varmadan önce; Merz özelinde ve daha önce görev yapmış Almanya veya diğer Avrupa ülkeleri başbakanları genelinde, benzeri seyahatlerde gerçekleşmiş “bavul veya çanta taşıma” örneklerinin bulunup bulunmadığına bakalım:

-Merkel’in “güçlü başbakan” prototipine hiç uymayan “aşırı mütevazı” duruşu, gösterişten uzak hayatı, sade giyimi, çantasını ve bazen evrak dosyasını kendisinin taşıması, uzunca görev süresi boyunca Türk ve dünya kamuoyunun gözlemlediği bir gerçek. Bunun da ötesinde, görev esnasında bile çoğu defa eşiyle birlikte çıktığı günlük alışverişlerinde, market arabasını bizzat sürerek alış veriş yaptığına dair yakın tanıklıklar bulunuyor.
-Bir önceki başbakan Olaf Scholz’un medyaya yansıyan görüntülerinden, görev seyahatlerinde sıkça evrak çantasını; hatta bir yurt içi yolculuğunda da küçük bir bavulu bizzat taşıdığı görülüyor.
-Hollanda başbakanı Mark Rutte’nin 12 yıla yakın görev döneminde, Başbakanlık ofisine bir çok defa bisikletle geldiği; hatta görevi bittiğinde, “sembolik bir jest de olsa,” ofisinden en son kendi bisikletine binerek ayrıldığı kameralara yansıyan bir gerçek.
-Merz’in Türkiye ziyaretinden önce, NATO zirvesi için geldiği Amsterdam’da kendi çantasını taşıyarak uçaktan indiği; yine 5 Haziran 2025’teki ABD ziyaretinde, çantasını havaalanında bizzat taşıdığı fotoğraf ve video görüntülerinden anlaşılıyor. Demek ki Merz’in son olayda fazladan kılıf içinde elbise ve dosyalarla biraz vurgulu ve abartılı şekilde görünse bile, “bizzat bavul veya çanta taşıması”sadece Türkiye ziyaretine özgü değil.

screenshot-3.jpg

Bu noktada, Merz’in Başbakan olmadan önce, oldukça yüksek bir sosyal statü ve gelir düzeyine sahip, pilotluğunu bizzat kendisinin yaptığı özel jeti bulunan, başarılı bir danışman ve iş adamı olduğunu özellikle vurgulayalım. Bu bağlamda, zengin ve elit bir kökenden gelmesine rağmen, doğa ile iç içe sade bir hayat sürdüren; koşu, kayak ve bisiklet sporu yapan, çevresinde bir yığın “yancı” ve hizmetçi bulundurmayıp “kendi işini bizzat kendisi gören bir kişi” olarak biliniyor.

Merz’in Türkiye seyahatinde bavul taşımasının “senaryo gereği” olup olmadığını kesin olarak bilmiyoruz. Ama özelde Merz’in, genelde diğer Alman başbakanların, görevleri esnasında kendi çanta veya eşyalarını bizzat taşıdıklarını; dolayısıyla bu konuda ortalama vatandaşlarının gündelik hayat pratiklerinden fazla farklılık göstermediklerini biliyoruz.

Bu yaşanmışlıklar gösteriyor ki; Avrupalı ve Alman devlet yöneticilerinin günlük hayatlarında, hatta resmi ziyaretleri esnasında; görev öncesindeki günlük rutinlerini tekrar etmeleri ve ülkelerinin diğer vatandaşları gibi kendi bavullarını veya yüklerini taşıma, marketten bizzat alışveriş yapma, bisiklete binme, kuyrukta sıra bekleme gibi tutum ve davranışları normal karşılanıyor ve herhangi bir şaşkınlık uyandırmıyor.

Bu değerlendirmeye, “öyle ama, görevleri esnasında sürekli bu yönde davranmıyorlar ” itirazı yöneltilebilir.

Velev ki, bu davranışları arada sırada göstermiş olsunlar. Bu neyi değiştirir? Onca yüksek görev pozisyonlarına atanmalarına ve prestijli bir statü edinmiş olmalarına rağmen; zaman zaman da olsa, gocunmadan ve herhangi bir değer ve itibar kaybına uğradıkları hissine kapılmadan, ortalama vatandaşlarının hayat tarzını sürdürmeleri ve mütevazı standartlardaki hal ve davranışlarını sergiliyor olmaları yeterli değil mi? Bu, her yönüyle ders alınacak bir örnek oluşturmaz mı?

Burada, iki şeyi; Merz’in sergilediği tutumun bir senaryo gereği olma ihtimaliyle, bizim aşırı israf ve gösteriş merakımızın normalleştirilmesini birbirine karıştırıyoruz. Merz’in Türkiye ziyaretindeki aşırı mütevazi halinin bir piar çalışması olması veya başka bir amaç taşıyabileceği ihtimali; bizim devlet yönetimimizde neredeyse en alt kademedeki yöneticilere kadar inen, kabul edilemeyecek ölçüde abartılı ve “patolojik düzeydeki” gösteriş ve şatafat düşkünlüğümüzü mazur göstermez ve meşrulaştırmaz. Diğer bir ifade ile, başkalarının bazı olumlu tutum ve davranışlarının arkasında farklı niyet ve gerekçelerin bulunması, bizim bu alanda sürekli ve sistemli hale gelen yanlış uygulamalarımıza haklılık kazandırmaz.

Bizim “devlet yöneticisi algımız” o kadar sorunlu ve “dünya normali standartlardan” o kadar uzaklaşmış ki, bir başbakanın yolculukta kendi bavulunu taşıması gibi doğal ve insani bir tavrını zihnimize oturtamıyoruz ve “senaryo gereği” olmaktan başka bir gerekçeye dayandıramıyoruz.

Burada dikkat çeken başka bir boyut; “Doğru, burada mütevazı takılıyorlar, ama Siyonizme destek veren ve Filistin soykırımına seyirci kalanlar onlar değil mi? Vaktiyle tüm yoksul ülkeleri ve Afrikayı sömürdüler. ‘Çanta taşıma’ gösterilerine aldanmayın!” yönünde konu ve bağlamla ilgili olmayan gerekçelerin ileri sürülerek, sergilenen olumlu tavrın geçersizleştirilmesi ve bizim olumsuz tutum ve yaklaşımlarımızın göz ardı edilmek istenmesi…

Bu yaklaşım, “Biz gariban halkları temsil ediyoruz; Siyonizme karşıyız ve onları lanetliyoruz. Batılılarsa, İsrail zulmüne destek veriyorlar ve bizim karşımızda yer alıyorlar. Madem karşı bloktayız, o zaman ‘çanta taşımak’ gibi ‘azamet ve fiyakamızı zedeleyecek’ ve ‘karizmamızı çizecek’ davranışlardan kaçınma ve çantalarımızı başkasına taşıttırma hakkımız hoş görülmeli” anlamına mı geliyor?

Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda, tutarlılık açısından da ciddi sorunlarımızın olduğu ortaya çıkıyor:

Almanları ve genel olarak Batı kulübünü, başkaca pozitif yönlerini bütünüyle gözardı ederek topyekün mahkum etmemize gerekçe gösterdiğimiz “İsrail’e yönelik tavırları” konusunda, biz acaba nasıl bir tavır gösterdik ve ne kadar tutarlıyız? Evet, zulüm ve sömürü karşıtlığını kimseye bırakmayıp bir taraftan İsrail ve müttefiklerini meydan mitinglerinde olanca şiddetimizle lanetlerken; diğer taraftan çıkarımız için ikili ticari ilişkilerimizi sürdürmedik mi? Yönetimleri İsrail’e destek veren bir çok Batı ülkesinde, İsrail karşıtı yaygın protesto eylemleri düzenlenmedi mi? Nihayet Batı kulübünün üyesi olan bir çok ülke ve bu arada İspanya, “İsrail’e karşı uluslararası Sumud Filosunun oluşturulmasında bizden daha aktif ve sürükleyici bir rol üstlenmedi mi?

Sergilediğimiz olumsuz bir tavrı, karşı cephedekilerin başka olumsuz noktalarını gerekçe göstererek görmezden gelebilir miyiz?

Veya, karşı cephedekilerin sahip oldukları olumlu bir meziyeti, onlardaki diğer olumsuz faktörleri gerekçe göstererek göz ardı edebilir miyiz?

Bu, açık bir tutarsızlık değil mi?

Bu noktada, “topyekün kabul” veya “topyekün red” anlayışına saplanmayıp, gerçekleri takdir etme noktasında hakkaniyetli davranmamız gerekmez mi?

YORUMLAR (44)
44 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.