F.Bahçe ve G. Saray’a boykot

Pazartesi akşamı, bir Türkiye klasiği olan Galatasaray - Fenerbahçe derbisi oynandı.
Yine günlerce önce konuşulmaya başlandı. Yine özellikle ulusal medya, bütün Türkiye halkının bu maça odaklanmasına ciddi bir özen gösterdi.

Yerli hakemlerin tamamına güven ortadan kalktığı için yabancı hakem istendi. TFF bu isteği kabul etti ve yabancı hakem getirdi.

Yine bir sürü olaylar oldu. Bu konuda ihtisas yapmış bazı futbolcular tribünleri kışkırttı. Tribünlerden alt tribünlere yanıcı meşaleler atıldı. Hiç abartısız o tribündeki insanlar yakılmaya çalışıldı. İstanbul emniyeti 71 kişi hakkında işlem yaptı. Bir çoğu göz altına alındı.

Eski Suriye’den bahsediyor değiliz şüphesiz ve evet, bu bir derbiydi, bu bir futbol maçıydı.

Peki ortada futbol adına ne vardı denirse, cevabı abartısız “hemen hiçbir şey yoktu” olur. Öyle ki 6 puan farkla lig lideri ve ev sahibi Galatasaray , ilk isabetli şutunu maçın son dakikasında atabildi. Olası bir mağlubiyet halinde alacakları eleştirinin korku prangalarından kurtulamayan iki teknik adamın, kaybetmemek adına sıkıcı, gol pozisyonu olmayan, tatsız tuzsuz ve izleyenlerin adeta uykusunu getiren bir futbol müsabakası izlendi.

Ve tabi bu ilk kez de olmuyordu.

***


Türkiye zannedildiği gibi ve söylendiği gibi aslında bir futbol ülkesi değil. Ülkemizde, mevcut lisanslı futbolcu sayısının genel nüfusa oranı ve bu oyuncuların eğitimine ayrılan bütçe ,Türkiye’den çok daha küçük Avrupa ülkeleri ile örneğin Hırvatistan ile mukayese edildiğinde bu durum daha net anlaşılacaktır.

Üst liglerde hatta Süper Lig’de bulunan profesyonel futbol takımlarının yönetimine olan teveccühe bakılınca, mevcut futbol fakirliği çok daha bariz ortadadır. Bir çok üst düzey kulübün yönetimine çoğu zaman talip bile yoktur. Siyasilerin, bürokratların, eşrafın ve kulüp eskilerinin ricasıyla başkan ve yöneticiler, genellikle de sınırlı bir süre için görev almaktadırlar.
Görev alan bu yöneticilerin, çimde oynanması zaruri olan futbol oyununun zeminleri için gösterdikleri özen(!), futbol takımlarına destek için sponsor bulma çabaları, futbol oyununa, hakeme ve rakibe saygı konusunda gösterdikleri hassasiyet(!) ve daha bir çok kriter Türk futbolunun karnesinde kırık not olarak yazılı durumda.

Hepsi bir yana Türkiye’de futbol maçları için satılan bilet sayısına bakıldığında ve bu sayı İngiltere, Fransa Almanya,İtalya ve İspanya gibi futbol ülkeleri ile kıyaslandığında, Türkiye’de futbola olan gerçek ilgi ve alakayı aşağı yukarı tespit edebilirsiniz.

***


Şüphesiz bu durumun bir çok sosyo ekonomik sebebi vardır.
Ancak bu durumun ana ve en önemli sebebi dünyada hiçbir ülkede bulunmayan ve ülkemize özgü bir “ sosyo psikolojik sendrom” bize göre.

Zira Türkiye insanı etnik kökeni ne olursa olsun, kültürel aidiyeti nasıl olursa olsun, coğrafi doğumu neresi olursa olsun ya da sosyal statü olarak toplumun hangi katmanında bulunursa bulunsun” üç İstanbul takımından birini desteklemek zorundadır”.

Eğer bir Malatyalı, İstanbul’da tanıştığı bir arkadaşının “ hangi takımı destekliyorsun” sorusuna “Malatyaspor” cevabı verirse, muhtemelen alacağı ilk karşı cevap” tamam anladım ama asıl takımını söyle” olacaktır.

Bu tekel, anayasada ya da kanunlarda yazılı olmasa da Türkiye’nin en önemli genel kabullerinden biridir.
Ve tabi bu tekel görünürde çok güçlü bir rekabet arz ediyor olsa da gerçekte “gelişim için olmazsa olmaz olan rekabetin” önündeki en büyük engeldir.

Birbirleri ile yaklaşık 120 yıldır, bir nevi danışıklı kayıkçı kavgası içinde olan ve aynı merkezden yani ” ulusal medya” ünvanlı İstanbul medyası tarafından yürütülen yoğun propaganda ile domine edilen bu kayıkçı kavgasının, 120 yıl sonunda ülkeye kazandıra kazandıra kazandırdığı tek kupa ,2000 yılında Galatasaray’ın aldığı UEFA kupasıdır.

Oysa Türkiye’den çok daha küçük , örneğin Yunanistan, Romanya, Portekiz, Belçika, Hollanda, Avusturya, Sırbistan ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin gerek milli takım gerekse de kulüp bazında Avrupa futbolunda çok daha ciddi ve büyük başarıları vardır.

Aralarındaki bu kısır çekişmenin, ülkenin bütün sportif enerjisini bir kara delik gibi içine çektiği bu tekel ortamında, Türkiye’de nüfusun kalan 70 milyonunun herhangi bir sportif başarısı ya da üretiminin hemen hemen hiçbir reytingi aslında daha da doğrusu değeri yoktur.

Ülkede sağlıklı olmayan altyapı eğitimlerine rağmen bir şekilde ön plana çıkabilen yetenekli gençlerin tamamı, ulusal kabul görmek istiyorsa derhal bu üç kulüpte forma giymelidir. Kariyer ölçümleri bu üç kulüpte gösterecekleri performansa bağlıdır. Çok daha vahimi “ Milli takıma seçilmeleri de” bu üç kulüp tarafından sözleşme için tercih edilmelerine bağlıdır.

Öyle ki, bir Anadolu takımında çok üstdüzey performans gösteren herhangi bir futbolcu milli takım için tercih edilmezken, aynı mevkide oynayıp ancak bu üç İstanbul kulübünün birinde forma giyen muadili futbolcu, yedek kulübesinde oturuyor dahi olsa milli takım için tercih sebebidir.

Örneğin Türk futbolunun unutulmazlarından Oğuz Çetin, 27 yaşına kadar forma giydiği Sakaryaspor‘da Türkiye kupası ve daha bir çok başarıya imza atarken ve Türkiye’de hemen her kulüp tarafından transfer edilmek istenirken, 27 yaşında forma giydiği Fenerbahçe’ye gelir gelmez ulusal takımın değişmez oyuncusu olmuştur.

Benzer örnekler çoktur.

Yurdum insanına “ futbol” diye verilen, sunulan ve yetinmesi istenen Hepi topu Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş‘tır. Futbol ülkeleri neredeyse yüzyıldır Avrupa’da kıyasıya bir rekabet içinde bulunurken ve adeta kupa savaşları yaşarken, bizim gençlerimiz bu kısır döngüyü üstelikte birbirlerine zaman zaman zarar vererek izlemek zorundadır.

Fazlası yasaktır(!)

Pazartesi akşamı, aslında dünyada pek de kimsenin umurunda olmadığı halde Boca Juniors-River Plate ya da Barcelona-Real Madrid gibi klasiklere özenerek ” dünya derbisi” şişirmesi ile lanse edilen, bu bağlamda önceki yıl Arabistan’da da yaşanan “ bomboş tribünlere oynama” skandalını da ustaca politik bir manevrayla geçiştirip az daha da hiç gereksiz bir siyasi kriz üreten , kağıt üzerinde büyük ancak kendi bütçelerinin %10’u ederinde sıradan Avrupa takımlarına sürekli kaybeden anlı şanlı büyüklerimiz , pek futbol oynamasalar da toplumu oyalamayı başardılar.
Bu koşullarda epey daha da oyalayacağa benziyorlar.

Zira koca ülke boş durmuyor tabi. Örneğin Trabzonspor rakamsal olarak kendi başarılarına yaklaşsa da, şampiyon olsa da” bayrağını İstanbul’da köprüye asamazsın” türünden dışlayıcı tavır koyuyorlar. Bir çok dominant medya kuruluşu Trabzonspor’u sekiz şampiyonluğuna, 40’a yakın kupasına ve iki yüze yakın Avrupa kupası maçına rağmen” büyük takım kategorisinde” kabul etmiyorlar.

Tıpkı amatör branşlarda dünya şampiyonu ya da olimpiyat şampiyonu olan bir sporcumuzun başarısına ,bu üç takımın herhangi bir oyuncusunun “kız arkadaşıyla yaşadığı problemler kadar” haber değeri vermedikleri gibi.

Bu üç kulübün Türkiye’deki hakem problemi ve kaliteli ve adil hakem kavramı üzerindeki etkilerini önümüzdeki yazılarda ele alacağız.

Gerçek futbol severler “ kurumların kendilerini geliştirmeleri ve artık üretmeleri adına bir şeyleri boykot edeceklerse “ mesela bu konuda düşünebilirler.

YORUMLAR (16)
16 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.