Büyüklük ‘küçük’lerde mi kalacak?
1968 yılının baharında dünya şiddetli gençlik hareketleri ile sarsılır, üniversitelerde işgaller ve boykotlar başlar. Eş zamanlı olarak Türkiye’de de bir fakülte işgal edilir.
Ama devrimci öğrenciler tarafından değil.
Türkiye’deki ilk üniversite işgali ve boykotu, 15 Nisan 1968 günü Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde başladı.
İşgal ve boykotun sebebi 40 yıl sonra Türkiye’de iktidar partisine kapatma davasına dönüşecek “başörtüsü” meselesiydi.
O yıl ODTÜ’de kayıtlar bittiği için İlahiyat Fakültesi’ne yazılan ve derslere başörtüsüyle gelmekte ısrar eden Hatice Babacan ve onun derslere alınmaması üzerine hocalarıyla tartışan Mustafa Demirsöz adlı iki öğrenci üniversiteden atılmışlardı.
Bu kararın geri alınması ve dekanın istifa etmesi talebiyle, öğrenciler İlahiyat Fakültesi binasını işgal ederek, dersleri boykot etti.
Mustafa Demirsöz açlık grevine başladı.
İki hafta süren işgal boyunca Adalet Partisi, şimdiki MHP’nin atası olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi siyasetçiler işgalci öğrencilere destek ziyaretleri yaptılar.
Tabii bu işgal ve boykot hükümetin ve laik gazetelerin hiç hoşuna gitmedi.
İlahiyat öğrencileri, Paris’te üniversiteleri boykot eden Maocu öğrencilere benzetildi. İrticacılıkla suçlandı. Suçlamaların merkezinde Milli Türk Talebe Birliği vardı.
O günlerin Cumhuriyet gazetesinden bir kaç haber okuyalım:
“İlahiyat Fakültesindeki boykotla ilgili olarak bir kısım öğrenciler, “Derslere girmek istediklerini, boykotun dışarıdan idare edilerek bazı öğrencilerin kışkırtıldıklarını” söylemişlerdir: ‘Başörtüsü konusu ele alınarak olay istismar ediliyor. Dekanımız ve öğretim üyelerimiz yuhalanıyor. Okul çevresine okulla ilişkisi olmayan başörtülü kızlar getiriliyor.”
“Dün boykotçular bir bildiri yayınlayarak boykotu bitirmek için şartlarını açıklamışlardı. Şartların başında dekanın istifası vardır.”
“Hatice Babacan, bundan sonra bazı çevreler tarafından hazırlanan mizanseni uygulamaya başlamış ve aydın profesör ve yardımcılarını inançsızlıkla suçlamıştır. Öğretim üyelerinin tüm uyarılarına rağmen “Bu baş bu gövdeden ayrılmadıkça başımı açmam” cevabını vermiştir. Bazı gerici yayın organlarının birinci plana almaya başladığı bundan sonra sık sık gazetelere demeçler vererek öğretim üyelerini suçlamıştır.”
“Boykotçu öğrenciler devrimci öğretim üyelerini fakülteye sokmamış, bazı çevrelerden geniş ölçüde yiyecek ve giyecek yardımcı almışlar, boykot sırasında AP ve CKMP’li milletvekilleriyle sakallı bazı şahıslar fakülteye girerek boykotçu öğrencileri desteklemişlerdir. Boykot devam ederken Türk uyruğunda olmayan bir profesör boykotçu öğrencilerle evinde özel toplantılar tertip etmiştir. Olaylar bu şekilde gelişirken dekan Yurtsever 3 gün önce fakülteye gelirken öğrenciler tarafından yuhalanmış, çirkin davranışlara muhatap olmuştur. Dekan bunun üzerine hem öğretim üyeliğinden hem de dekanlıktan istifa etmiştir.”
“Boykotçu öğrencilerin Dekan Hüseyin Yurtaydın’a son derece çirkin ve ahlak dışı davranışını şiddetle protesto ediyoruz.”
Günlerce süren yayınlardan bazıları böyle.
İki haftalık fakülte işgaline rağmen, fakülteye polis sokulmadı, kimse gözaltına alınmadı, kimse hakkında dava açılmadı. Nihayet Ankara Üniversitesi yönetimi, iki öğrencinin ihraç kararının ağır bir yaptırım olduğuna karar verdi.
Bu karar üzerine boykotçuların istediği gibi dekan istifa etti. Demirsöz okula geri döndü, Babacan ise DTCF’ye geçerek oradan mezun oldu.
31 yıl sonraya gidelim. 1999 yılına. Bu kez Marmara Üniversitesi’ndeyiz.
İktidarda DSP- ANAP-MHP koalisyonu var. Başörtüsü yasaklarına karşı eylemler sürüyor.
Dün sosyal medyada çok dolaşan Hürriyet gazetesinin haberinden okuyalım:
“Üniversitelerin açılmasıyla birlikte irtica yanlıları da türban gösterileri için düğmeye bastı. İlk türban gösterisi dün İstanbul'da yapıldı. İstihbarat birimleri, irtica yanlılarının ‘‘türban yasağının üzerine gidilmesi ve özellikle İstanbul'daki gösterilerin arttırılması’’ kararı aldıklarını belirledi. İrtica yanlılarının, deprem sonrasında devlete duyulan tepkiyi türban yasağıyla birleştirme, türban gösterilerini tüm Türkiye'ye yaymak yerine İstanbul'a ağırlık verme kararına vardıkları da istihbarat birimlerine ulaşan bilgiler arasında yer alıyor. İstihbarat birimlerine ulaşan bilgilere göre AK-DER, türban yasağı nedeniyle mağdur duruma düştüğü iddia edilen kişilerin sayısını belirlemeye çalışacak. Daha sonra da başta Amerika olmak üzere tüm dünyadaki insan hakları kuruluşlarına başvurularak Türkiye şikayet edilecek. İrticai unsurların, geçtiğimiz yıllarda türban yasağını iyi değerlendiremedikleri ve kitleleri yanlarına çekemedikleri düşüncesinden hareketle konuyu iyi organize edilmiş faaliyetlerle Türkiye gündeminin ilk sorunu yapmaya hazırladıkları da tesbit edildi. İrticai unsurların aldığı bu kararda, İBDA/C'nin (İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi) etkili olduğu, bu terör örgütünün 1999 yılını, ‘‘Kurtuluş Yılı’’ olarak görmesinin birçok radikal grubu harekete geçirdiği, özellikle Nakşibendilerin İsmail Ağa Dergahı, Yeryüzü Grubu, Hak-Söz Grubu'nun İBDA/C'den etkilendiği bildirildi.
İstihbarat birimleri, irtica yanlılarının İstanbul'da düzenleyecekleri türban gösterilerine, aşırı sol örgütler ile PKK'nın da destek vereceğini belirledi. İBDA/C'ye yakın Akademya Dergisi'nin son sayısında da bu desteği ortaya koyucu ifadelere yer verildi. İrtica, aşırı sol ve bölücü unsurların bir kısmının tek başlarına devlet karşısında yeterli gücü bulamadıkları, bu nedenle de bir süre bazı alanlarda ortak hareket etme kararı aldıkları bildirildi.”
Ve 2021.
Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyım rektör protestolarıyla ilgili bir haftadır söylenenleri yeniden okuyalım:
“Açıkçası süre aşımı vardı, bizden önceki yönetim işi uzatmış, 6 ay kadar önce dolmuş süre. Bu infiale yol açan serginin materyalleri LGBT kulüp odasından çıkınca, bir de üzerine PKK ile ilgili bir materyal de yine aynı odada bulununca kulüp adaylığı iptal edildi. Öğrenciler bunun üzerine rektörlük binasını ablukaya aldılar"
“İl Emniyet Müdürlüğümüzce gözaltına alınan 108 şüpheliden 7'sinin Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olduğu, 101 şüphelinin Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olmadığı, 15 şüphelinin de üniversite düzeyinde eğitim görmediği, Rektörlük binasının ablukaya alınması nedeniyle gözaltına alınanlardan 50 şüphelinin Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olduğu, 1 şüphelinin de başka bir üniversitenin öğrencisi olduğu tespit edilmiştir. "
“İstanbul'daki izinsiz gösterilerde yakalanan 159 şüpheliden 79'u hakkında PKK/KCK, FETÖ/PDY ve DHKP/C'nin de arasında olduğu terör örgütlerinin propagandasını yapmaktan suç kaydı bulunduğu tespit edildi. Gözaltına alınan 159 şüphelinin 110'u hakkında daha önce farklı suçlardan adli işlem yapıldığı belirlendi.”
“Boğaziçi Üniversitesi'nde Prof. Dr. Melih Bulu'nun rektör atamasını bahane ederek polise saldıran, sergi adı altında Kâbe'ye hakaret eden ve rektörlük binasını işgal etmeye kalkan provokatörlere CHP, HDP ve kaçak FETÖ'cüler destek çıktı. 15 Temmuz darbe girişimi, Gezi Olayları, MİT TIR'ları davası gibi pek çok olayda provokatif paylaşımlarda bulunan isimler sahneye çıktı.”
“Boğaziçi Üniversitesi'nde provokatif eylemlere katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınan 159 şüpheliden 98'i emniyette ifadeleri alındıktan sonra dün Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla serbest bırakılırken, 10 kişi hakkında ev hapsi verildi. 51 şüphelinin işlemleri ise sürüyor. Şüphelilerden 19'unun terör örgütü DHKP-C, 23'ünün terör örgütü MLKP ve 9'unun ise terör örgütü PKK ile ilişkisi nedeniyle daha önce haklarında adli işlem yapıldığı tespit edildi.”
“İkinci Gezi Parkı ihaneti hasreti ile yanıp tutuşanlar sosyal medya üzerinden harekete geçti. CHP'li ve HDP'li provokatörlerin yanı sıra sözde sanatçılar kara propaganda tüccarlığına soyundu.Sosyal medya üzerinden kaosu tetikleyecek paylaşımlar yapan sözde sanatçılar, Twitter üzerinden provokasyonlarına devam etti.”
“Kabe-i Muazzama'ya hakaret eden LGBT sapkınlarına müsamaha göstermeli miyiz? Elbette hayır Rektörlük binasını işgale kalkan LGBT sapkınlarına müsamaha göstermeli miyiz? Elbette hayır. Boğaziçi'nin olan biteni izleyen sakinlerine bir sözüm var: Hayatta hiç bir başarının altında imzası olmayan, bir ajansın elinde oyuncak olan, solcu bile olamayan kart siyasetçilerin tuzağına düşmeyin... Sizden beklentimiz, bilimsel başarı, Sizden beklentimiz, okul başarısı, Sizden beklentimiz, Büyük ve Güçlü Türkiye'ye hazırlanmanızdır. “
“Boğaziçi Üniversitesi ile ilgili yapmış olduğu açıklamalara baktığınız zaman, hala terör örgütlerinin birer temsilcisi olanları ‘bu ülkenin evlatları’ veya ‘kendisinin de arkadaşları’ olarak tanımlıyor. Terör örgütlerinin üyesi olan bu gençleri biz, ülkemizin gerçek manada milli ve manevi değerlere sahip gençleri olarak kabul etmiyoruz. Zira siz öğrenci misiniz, siz talebe misiniz, yoksa siz rektörün odasını basmaya kalkışan, orayı işgale kalkışan terörist misiniz? Bu ülke, teröristlerin hakim olduğu bir ülke olmayacak buna da asla fırsat vermeyeceğiz, bunun böyle bilinmesini istiyorum. Onun için de gereği neyse bunu yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Artık bu ülke Taksim’deki bir Gezi olayını yaşamayacak ve yaşatmayacaktır. Bay Kemal, sen eğer bu yolda devam edeceksen buyur devam et, terörist arkadaşlarınla yola devam edeceksen buyur o yola devam et ama biz, teröristlerle beraber olmadık olmayacağız. Cudi’de, Gabar’da, Tendürek’te teröristlere nasıl oraları mezar ettiysek, nasıl inlerine girdiysek bundan sonra da her yerde aynı şekilde buna devam edeceğiz. LGBT, yok böyle bir şey. Bu ülke millidir, manevidir ve bu değerlerle geleceğe yürümektedir.”
“Boğaziçi Üniversitesi’nde Türkiye’nin sinir uçlarıyla oynanıyor. Bununla birlikte sabır ve tahammül kapasitesi test ediliyor. Üç beş şuursuz öğrenciyi paravan yapan terör örgütü mensupları ateşe körükle gidiyor. Eşkıyalar Boğaziçi’ne tutunarak ülkemize meydan okuyor. Öğrenci başka terörist başkadır. Aynısı Boğaziçi Üniversitesi’nde olduğu gibi, bu ikisi birbirine karışırsa, yani teröristler öğrenci kisvesine ve kimliğine bürünürse ne huzur ne de sükûnet kalacaktır. Bu işin şakası yoktur. Ağırlaşan meselenin hafife alınacak tarafı yoktur. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olaylara destek vermek geldiğimiz bu aşamada teröre destek vermektir. En son vuku bulan olaylarda 108 kişi emniyet güçlerimiz tarafından gözaltına alınmıştır. Bunlardan 101 kişinin söz konusu üniversiteyle ne bağı ne de bağlantısı vardır. Üstelik 79’u da DHKP-C ve TKP-ML örgüt üyesidir. Ne zamandır teröristler öğrenci olmuştur. Sırtlarını ajanlara, zalimlere ve karanlık çevrelere dayamış olanlar evlat değil başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır. Yasa dışı eylemleri diğer üniversitelere teşmil etmek için kuyruğa girenler bunun bedelini acıklı şekilde ödemelidir.”
“Kandil yönetiminin “Boğaziçi Üniversitesi fırsata dönüştürülmeli” talimatı, Irak ve Suriye’de terör kamplarını hareketlendirdi. Suriye’nin Rimeylan bölgesinde Türkiye’den geçen ve terör örgütü PKK çatısı altında HBDH ismiyle faaliyet yürüten grup temsilcileri, Kandil kadrosuyla gizli bir toplantı yaptı. Toplantıda kitlesel eylem tecrübesi olan militanların Türkiye’ye sızdırılması ve bu amaçla geçiş noktalarının belirlenmesi kararı alındı. Özellikle kadın teröristlere öncelik verilmesi istenen toplantıda farklı geçiş lokasyonları değerlendirildi ve Mihraç Ural (Acilciler grubu) tarafından kontrol edilen Lazkiye-Kesep hattının kullanılabileceği vurgusu yapıldı.”
“İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü'nde gözaltına alınan 108 kişiden 79'unun DHKP/C, TKP-ML dahil olmak üzere terör örgütü üyesi olduğunu belirtti.”
Bütün bu konuşma ve haberlerin üzerinden bir hafta geçti.
Peki bu bir haftada neler öğrendik.
Sırayla;
-Kabe illüstrasyonunun olduğu sergiyi LGBT Çalışmaları Kulübü değil, Sanat Kolektifi adlı bir öğrenci kulübü yapmıştı.
-Protestolara destek için açık havada açılan bu sergide tepki gören görsel yüzünden tutuklanan iki Boğaziçili öğrenci, “resmi yapmaktan”, “dine hakaretten” ya da “kulüp odalarında çıkan bir PKK kitapçığından” değil, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”ten tutuklandılar.
-Bugüne kadar gözaltına alınan hiçbir öğrenciye, Melih Bulu’nun öğrencilerini medyaya ihbar ederken söylediği gibi kulüp odasına çıkan PKK kitapçığıyla ilgili bir soru sorulmadı.
-1 Şubat günkü protestolar LGBT Kulübü kapandığı için yapılmadı. Bundan gece yarısı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı rektörün yazısını yayınlanana kadar kimsenin haberi yoktu. Çünkü rektör buna karar vermesi gereken akademik kurul yerine kendi inisiyatifiyle bu kararı almıştı.
-1 Şubat günkü gösterilerde Boğaziçi öğrencilerinin kampustan çıkışına izin verilmedi. Onlara destek için diğer üniversitelerden gelen öğrenciler de Etiler’de gözaltına alındı. O yüzden gündüz gözaltına alınan 108 öğrenciden sadece 7’si Boğaziçili, 101 farklı üniversitelerden öğrencilerdi. Valiliğin “Üniversite düzeyinde öğrenci olmadığını” söylediği 15 öğrencinin çoğu da yüksek lisans öğrencisiydi, bazıları yeni mezundu.
-Gün içinde gözaltına alınan öğrencilerin serbest bırakılması için, 1 Şubat akşamı Boğaziçi Üniversitesi Kampusu içindeki rektörlük binası önünde başlayan oturma eyleminde kimse rektörlük binasına girmeye çalışmadı, herhangi bir şiddet olayı yaşanmadı. Ta ki 21.30’da çevik kuvvet kampusa girip öğrencileri gözaltına alana kadar.
-Gözaltına alınan 159 öğrenciden 79’una değil, birine bile ne emniyette ne de savcılıkta terör örgütü üyeliği, irtibatı, iltisakı suçlamasında bulunulmadı.
-Çoğunluğu Boğaziçili olmayan 108 öğrenci, ertesi gün serbest bırakıldı. Yine hiçbirine sorgularında terör ile ilgili tek bir suçlamada bulunulmadı. Gözaltına alınma gerekçeleri “Toplantı ve gösteri yürüyüşünü ihlal”di.
-Boğaziçili 51 öğrenciden 30’u ise tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi. Ama onların da hiçbirine kulüp odasına PKK broşürü çıkmak, terör örgütü üyeliği, iltisakı, irtibatı suçlaması yönetilmedi, buna benzer en ufak bir iddia, bilgi bile soruşturma dosyalarında bulunmuyor.
-Tutuklanması istenen öğrencilere yöneltilen suçlamalar “"kişi hürriyetini yoksun kılma", "kamu malına zarar verme", "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet"ti.
-Rektörlük binasını işgal ya da basma diye bir suçlama da yöneltilmedi. Suçlama; rektörlük önünde beş saat oturup, rektörün çıkışını engelleyerek “kişi hürriyetini yoksun kılma” dan ibaretti.
-Kamu malına verilen zarar da Sabah’ın haberine göre “rektörün arabasının lastiklerinin indirilmesi.”
-Bu suçlamalardan mahkeme tutuklamaya gerek olmadığına karar verdi, adli kontrol şartıyla bütün öğrenciler bırakıldı.
-Son olarak Kadıköy’deki düzenlenen eylemlerde gözaltına alınan 105 kişiden hakkında tutuklama kararı verilen biri kız iki öğrenciye yöneltilen suçlama da terör üyeliği, iltisakı ya da irtibatı değil; “Görevi yaptırmamak için direnme”.
Öğrencilerden Anıl. A göstericilere müdahale eden kolluk görevlisine tekme atarak, Şilan ise kolluk görevlisinin kalkanına yumruk ve tekme atarak bunu yapmışlar.
(Tutuklanmasına neden olan bu ‘şiddeti’ gerçekleştiren Şilan aynı zamanda veganmış. Bu arada Navalny eylemlerinde polisin ortasına dalıp yumruk, tekme saklayan gösterici de bile serbest bırakılmıştı.)
Bu arada öğrenciler ne Cumhurbaşkanı’nın istifasını istedi ne de bunu bir Gezi’ye çevirmeye çalıştı. En baştan beri sadece rektör atamasına karşı çıktıklarını vurguladılar.
Yani bir haftadır bu öğrenciler için söylenen her şey baştan aşağı yalan çıktı.
Günlerce çarşaf çarşaf haber yapılan, en süt makamlar tarafından dillendirilen terör iddiaları, emniyet, savcılık dosyalarına konmayacak, mahkeme önüne getirilmeyecek kadar mesnetsiz bulundu.
Peki devlet büyükleri, çoğu torunları yaşında olan bu gençlerden özür dileyecek mi?
Gözlerini açtıklarından beri başlarında gördükleri idarecileri onların haysiyetini, güvenliğini, itibarını Twitter’ın sahibi Jack Dorsey kadar düşünecek mi?
Yoksa bunun için de 1968’den 45 yıl, 1999’dan 14 yıl geçmesi gerektiği gibi uzun yıllar mı gerekecek?
Bu kez de mi büyüklük ‘küçük’lerden beklenecek?