Mardin’de gündelik hayat

Yol arkadaşımız Berrin havaalanından araba kiraladı, bu kez hiçbir görevle gelmedik sadece taş evlerin arasında, kadim topraklarda dolaşıp iyiliği gözlerimizle görmek ve iyileşmek istiyoruz. İlk durağımız Midyat. Gece vakti ıssız dar sokaklarda dolaşan kadınlarla olumsuz manada hiç kimse ilgilenmiyor. Parıldayan yıldızların lacivert duru gökyüzünün altında insan olmanın güzelliğiyle, tanımlanmadan işaret edilmeden, kadın şu bu olmanın korkusunu duymadan dolaşmak ne nimetmiş.

***

Gün ağarınca aşağılara doğru inerken Zeynep’le ve kız kardeşiyle tanıştık. Evlerinin bahçesinde taş baskı yapan, nice desenler çizen, ürettikleri eşarpları, örtüleri, yastıkları şevkle satan güler yüzlü kadınlar. Anneleri kahve için ısrar eder, biz kıyamazken bağlarından taze gelmiş üzüm ikramında uzlaşıyoruz. Aile yüz yıllar önce Halep’ten gelip Midyat’a yerleşmiş. Anne bekar oğullarına ve kızlarına hayırlı bir eş bulunması için dua istiyor. Çocuk sayısını konuşmalardan sekiz olarak kestirmek mümkün. Bekar kızlar canla başla taş baskının ilmini yapmış. Halk Eğitim Merkezinde aldıkları eğitimi Tokat’a gidip oradaki atölyelerde tamamlamışlar. Bir ayakları da İstanbul’da.

Mardin’de gümüş yüzük almak için uğradığımız Süryani usta, bizi telaş içinde karşıladı çünkü okuldan arayıp kızı Leyla’nın gelmediğini söylemişler. Türkiye’deki çoğu veli gibi o da servis meselesi hakkında teyakkuz halinde. Neyse ki biz oradayken iyi haberini aldık. Sabahın erken saatinde kız çocuklarının elinden tutmuş okula götüren babalarla karşılaşınca şaşırmadım değil. Bu görevi ve hayatı sürdürmekle ilgili işlerin çoğunu anneler yapar bizim İstanbul’da. Kaç baba görebilirsiniz bu saatte, bir kısmı işe gitmiştir amenna fakat bir kısmı da uyumaktadır hâlâ.

Akşamları gençler Sinemardin kapsamında şehre gelen önemli filmleri izlemek için avm’ye gidiyorlar. Liseli ve imam hatipli çocuklar pırıl pırıl kıyafetleriyle önümüzden geçiyor sabah ve akşam. Hepsinin hayalleri hülyaları hedefleri beklentileri var ve hepimizden alacaklılar barış içinde bir gelecek için.

Eski Mardin’in taşlarla döşeli merdiven sokaklarından birinden yukarı doğru tırmanırken incecikten bir Kur’an sesi gelince pencerenin önünde duraladım. Tülün arkasından beyaz tülbentli yaşlı nurani bir kadın belirdi. Selamlaştık. Kırmançi bilip bilmediğimi sorup olumsuz yanıt alınca Arapça konuşmaya başladı. Nereden gelip nereye gittiğimi soruyordu, sorular derinleşip benim zayıf Arapçam yetmeyince alicenaplıkla Türkçeye döndü. Üç dilli zengin bir kadın.

Sonra Nadire Güler’le karşılaştık. Bir selamunaleykümle başladı her şey. Bizi ara sokaklarda dolaşırken görünce evine davet etti. Labirent gibi dar sokaklardan, avlulu taş evlerin arasından geçip, odaların iç içe geçtiği zamanın durduğu evine vardık. Birbirimizi yıllardır tanıyormuşuz gibi sohbete dalmamız boşuna değil. Biz hepimiz görmesek dokunmasak ta, birbirini ezelden tanıyan, birbirimizin bilgisini, varlığını, ruhunu içlerde hisseden bir toplumuz. O bir Kürt kadınının bütün asaletini cömertliğini taşıyor. Yanımdaki arkadaşlarım da Arap Boşnak Özbek ve Türk olmanın güzelliği içinde. Birlikte otururken çok güzeliz. İki kızı Elazığ Fırat üniversitesinde okuyormuş, beden eğitimi ve tarih bölümlerinde. Nasıl memnunlar mı Elazığ’dan soruma verdiği cevap nasıl hayattan süzülmüş; sen iyi olursan herkes iyi olur, her şey dilde başlayıp dilde biter, tatlı konuşursan tatlı cevap alırsın, çok memnun ve güven içinde kızlarım, oranın halkını da çok sevdiler. Karpuz çekirdeklerini toplayıp güneşe sermiş Nadire hanım, taş avluda leylaklar açmış.

Deyrul Zaferan kadim kiliselerden biri. Zeytin ağaçlarının ortasında salınıyor, onlarca ziyaretçisi var. Biz de günde üç kez namaz kılıyoruz secde ediyoruz diyor Süryani rehberimiz. Hz. İsa’nın çarmıh tabloları yürek dağlıyor. Meryem annemizin derin hüznünün karşısında kalbin titrememesi mümkün mü?

***

Hatuniye Medresesinde öğle namazımızı kılarken Rukiye hanımla tanışıyoruz. Bu yılın taze hacısı. Duygulu biçimde dua ederken elbisesi Mardin kadınına yakışır biçimde parıldıyor. Ona sarılıp Kabenin ve kardeşliğin kokusunu almanın paha biçilmez değerini çocuklarımıza aktaramadıktan sonra nasıl millet olabiliriz? Kürt ve Türk şovenizmini yükseltmeye çalışanlar nasıl bir cehenneme koştuklarının farkında mı acaba?

Ulu Camii’nin minaresinde tıpkı Hasankeyf’teki Er Rızık’ta olduğu gibi altta gözyaşı motifi üstte cennetin kapısı var. İmtihandan yüzakıyla geçmeyene, cahiliye döneminden asabiyetlerle ortalığı kana bulayanlara cennet yok. Allah hepimizi rahmetiyle terbiye etsin. En büyük fetih kalplerin fethi, Bilge Kağan’dan Ahmed-i Haniye bütün bilgelerimiz bunu söyledi.

Böyleyken böyle.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum