Kore nire hemşerim

İbrahim Kiras

Bizim açımızdan “dünyanın öbür ucunda” olan Kore milli hafızamızda yakınımızdaki birçok başka ülkeden daha geniş bir yere sahiptir. Cumhuriyet döneminde girdiğimiz ilk savaşın hatırası ve dolayısıyla uzaklardaki o ülke şimdilerde gösterimdeki Ayla filmi dolayısıyla yeniden gündemimize giren bir konu oldu.

Kore konusunun -sayıları sinema izleyicilerimiz kadar olmayan- daha dar bir kesimin gündemine yeniden girişi ise söz konusu ülkenin ikiye bölünmesiyle sonuçlanan Kore Savaşı’na dahil olmamızın diplomatik gerekçelerini gündeme getiren bazı siyasi gelişmeler dolayısıyla oldu. Yani, Batı Bloğuyla yaşanan sorunlar ve Rusya ile yakınlaşma konusunda rasyonaliteden uzak sıcakkanlı yaklaşım gösteren bir zümreye yakın geçmişin hatırlatılması ihtiyacı...

Malum, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Rusya’nın Türkiye’ye yönelik oluşturduğu ısrarlı tehditler ve toprak taleplerine varan baskıları bizi önce BM sonra NATO şemsiyesi altına girmek mecburiyetinde bırakmıştı. Kore Savaşı’na asker göndermemiz tamamen bu amaç doğrultusunda bir “iyi niyet” gösterisi olarak gerçekleşti. Dahası, tek parti rejiminden çok partili demokrasiye geçiş hamlemizin de temel sebebi buydu. “Milli Şef” unvanıyla ülkeyi yönettiği uzun yıllar boyunca gerçekleştirdiği bazı uygulamalara karşı özellikle muhafazakâr-milliyetçi kesimin tepkili olduğu İsmet İnönü devletin bekasını temin edebilmek için kendi iktidarından vaz geçebilmişti. Kore deyince bu olayı da hatırlamamak olmaz.

***

Kore’yi bugünün gündemine taşıyan üçüncü vesile ise mevcut Kuzey Kore yönetimiyle Trump Amerika’sı arasındaki gerginliğin sıcak savaşa dönüşebileceğine dair dünyada büyüyen kaygılar. Kuzey Kore’de bugün iktidarda olan rejim -öncelikle Çin’in ve bir ölçüde Rusya’nın desteğiyle- bölgesinde askeri anlamda bir tehdit kaynağı.

Bütün dünyada “renkli” kişiliğiyle ilgi çeken bugünkü Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un’dan önce o postta “başkomutan” unvanı taşıyan babası Kim Jong-il oturuyordu. Ondan önce de onun babası Kim İl-sung vardı devletin başında. Zaten Kim İl-sung Kuzey Kore’nin kurucusu sayılır. Aynı zamanda dünyadaki tek komünist hanedanın tabii.

Kim İl-sung da -torunu kadar olmasa bile- renkli bir kişiliğe sahipti. Japon işgaline karşı yürütülen direnişin liderlerinden biri olarak ortaya çıkmış, sonra ordunun ve nihayet devletin başına geçmişti. Bütün komünist liderler gibi aynı zamanda teorisyendi. Tıpkı öbür komünist liderler gibi bizzat kendi kaleminden çıktığı iddia edilen kitapları vardı. Belki sosyalizm öncelikle bir teori işi olarak görüldüğü için ve ayrıca Lenin’den Mao’dan aşağı kalır bir adam olmadığını kendi yurttaşlarına gösterip Kore halkını aşağılık kompleksinden korumak için.

Biliyorsunuz, Marks sosyalizmin işçilere dayanması gerektiğini vazetmişti. Sonra Lenin proleterya iktidarının dayanağı olarak “parti”yi sundu. Mao köylü sınıfı adı altında yine parti oligarşisine dayandırdı sosyalizmin iktidarını. Kim İl-sung ise sosyalizmin düpedüz orduya dayanması gerektiği fikrini savunuyordu. Galiba aralarındaki en açık sözlüsü komünist Kore lideriydi.

Komünist Kore’nin kurucusunun açık sözlülüğü huy olarak torununa da geçmişse “Amerika’yı vuracağız, Japonya’yı yıkacağız” vb açıklamalarını ciddiye almak gerekebilir. Belki de Trump bu yüzden bu kadar ciddiye alıyor bu lafları.

***

Kuzey ile Güney’in ayrılmalarının üzerinden geçen zaman tarih ölçeğinde çok uzun sayılmaz. Ama iki toplum arasındaki farklılıklar özellikle dışarıdan bakan üçüncü bir gözün dikkatinden kaçabilecek gibi değil. Bir yanda babadan oğula geçen bir “sosyalist iktidar” ve liderlerini mitleştirmiş, “Kim İl-sung üç yılda 1500 kitap yazdı” veya “hamburgeri Kim Jong-un keşfetti” diye inanan bir toplum var. Öbür yanda ise iyi kötü demokrasiyle yönetilen, hukuk normları olan bir başka toplum. Amacım sosyalizm fiyaskosuna karşı kapitalizmin erdemlerini savunmak değil ama bunların ilki ekonomik olarak ciddi problemler yaşıyor, hatta açlıkla mücadele veriyor. İkincisi ise dünyadaki belli başlı refah toplumlarından biri. Eğitim konusunda, sağlık konusunda, bilim ve teknoloji konusunda da durum aynı.

Toplumlar arasındaki sosyoekonomik gelişmişlik farklarını etnik kökene, coğrafyaya, inanca, kültüre vs. bağlayanların tezlerini yanlışlayan bir örnek var karşımızda. Bunun üzerinde duralım.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.