İstiklâl’de demokratik bir sergi alanı

İstiklâl’de demokratik bir sergi alanı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarihi Botter apartmanını restore ederek 'Casa Botter Sanat Ve Tasarım Merkezi' olarak kültür hayatımıza kazandırdı. Binanın ilk sergisi 'Düşler, Hakikatler'in küratörü Melike Bayık: “Sergi sürekli düşlediğimiz iyicil tarafta durmaya çalışırken hakikatlerin ters köşe yaptığı bir yerde duruyor. Herkese erişebilecek bir taban olmasını istedim. O yüzden vitrin, şeffaflık, tabansız olmak, metinleri koymak, izleyicinin bilgiyi yakalaması benim için kıymetliydi.

AKARSU MELİKE DEMİRKOL

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstiklal Caddesi’nin kaderine terkedilmiş sembol yapılarından Botter Apartmanı’nı restore ederek, ‘Casa Botter Sanat ve Tasarım Merkezi’ adıyla kültür hayatımıza kazandırdı. Osmanlı’nın ilk ‘Art Nouveau’ üslubundaki yapısı olan binanın 13 sanatçının işlerini bir araya getiren ilk sergisi ‘Düşler, Hakikatler’ de 14 Nisan’da ziyaretçilerle buluştu. 16 Temmuz’a kadar devam edecek olan serginin küratörü Melike Bayık’la sergide yer alan işler, çağdaş sanatı demokratikleştirmek ve böylesine önemli ve zor bir alanda bir sergiyi hayata geçirmek üzerine konuştuk.

whatsapp-image-2023-06-10-at-10-08-53-1.jpeg

Serginin küratörü Melike Bayık

SORU CEVAPLAR

Bu fikir ordan çıkıp mı size geldi?

Hayır birlikte bir sergi yapalım fikriyle yola çıktık. Ben böyle hissediyorum, zihnimde böyle bir sergi fikri var, sizin için uygun mu, diye sordum. Baktılar, incelendi, onaydan geçti. Başka projelerim de var bekleyen, buna rağmen önce bu projeyi yapalım dedik, çünkü ‘Düşler Hakikatler’ çok hicivli bir şekilde bu dönemin ruhu. Bakıldığında herkes çok iyicil bir şey istiyor, şifalanmak, toparlanmak kendine gelmek, iyi hissetme noktasında ilerlemek istiyor. Diğer tarafta da sürekli sarsıldığımız başka bir gerçeklik var. Yani müdahale edemediğimiz müdana etmek zorunda kaldığımız bir gerçeklik. Onlardan gelmedi, benim bir sergi projesi olarak sunduğum ve tuhaf ki doğru zamanda yerini bulan bir sergi oldu.

casa-botter.jpg

İsmi de aslında bu hikayenin bir ürünü, yani siz istediniz ‘Düşler Hakikatler’i?

Evet, ismi ben buldum

İngilizce tercümesinde düşler kelimesi ‘dreams’ değil, neden?

Değil, çünkü dilin bariyeri orada başlıyor. ‘Reveries Truths’ aslında İngilizcesi ‘Dreams Realities’ diyebilirdik ama birazcık talk show gibi kalıyor isim işte İngilizce'de. Bir yandan da şu ‘dreams’ hayal etmek İngilizce'deki en temel anlamıyla, ‘relaties’ de gerçekler demek. Ama bu gerçeklerin çok ötesinde ‘truth’ post-hakikat, hakikat çağı demek. ‘Hakikat’ daha derin daha yoğun. Hem içinde olan o muğlaklık hem gerçeklik algısının yanılsaması, bir yandan gösterilenle aslında yaşanan şeyin tutarsızlığı birlikte karşımıza çıkıyor. O yüzden İngilizce ve Türkçe arasındaki anlam değişkenliği çünkü düşlemek, hayal etmek, erişmeye çalışmak, hayal kurmak da diyebilirdik buna. Birçok daha derin anlamı var, yine ‘hakikatler’in de aynı şekilde. O yüzden farklı, ‘reveries’ de oradan geliyor. ‘Dreams’ hayal etmek daha basit, bir şekilde daha tinsel bir tarafta. Belki sergiyi Şubat'tan önce yapsaydık o olurdu ama Şubat'tan sonra bu tarafa evrildi.

Çok ilginç, beni düşündüren şeylerden biri buydu, neden böyle seçim yapılmış diye merak etmiştim açıkçası.Onun dışında şunu soracağım, eserler kendi içinde çok keyifli ama biraz fazla mı eklektik acaba? Buna yakın birkaç eleştiri de duydum da, ‘Bir bütünlüğü yok mu yoksa?’ gibi.

Güzel bir soru. Ben bu sergiyi tasarlayıp sunduğumda başka bir mekanda yapılacaktı. Oradaki sergiyi gezerken daha blok blok ve odaklı şekilde gezilebilecek bir küratöryel stratejisi vardı ama mekan değişikliği olup sanatçılarla görüşmeler başladığı için sergi form değiştirmek zorunda kaldı. Şöyle düşünelim; böyle bir yer var, burada tamamen doğayla ilgili krizler, yan tarafta geçtiğinizde insanlık anlatıları, öteki tarafta geçtiğinizde kimlik problemleriyle karşılaşabilecekken ve bunun arasında geçirgen bir durum yaratabilecekken bir anda tek bir akış ve bütünlük içinde sunmak zorunda kaldınız. O yüzden evet bu eklektiklik doğru ama diğer taraftan holislik bir tarih çizgisi içinde bu izleniyor. Kendi içinde gezdirirken ben küratöryel bir yönelim, patika yaratıyorum. Benimle gezen kişiler çok daha rahat anlıyor, tabii bu benim izlencem olduğu için.

sergi-1.jpg

Siz nereden bakıyorsunuz?

Ben de şuradan bakıyorum, Osmanlı'nın 1900'de inşa edilen bu binası Cumhuriyet’in bu gününde nasıl bir yerde duruyor. Üstüne düşünelim, Konstantinopol’den İstanbul'a bir İstiklal var karşımızda. İstiklal Caddesi gerçekten çok önemli bir cadde. Aynı şekilde bu Taksim’e ve Tünel’e gelen bir ruhun orta yolu. Haliyle de bakarken sergiye, bir yerde doğa, bir yerde kadın meselesi, diğer tarafta kimlik ve aidiyet ve bunların içindeki toplumsal sosyo-politik gündem işleniyor. Haliyle şuradan bakmak lazım, birbirinden farklı çok konu var ama biz gezerken bunun tamamını aynı anda birlikte yaşıyoruz. Eklektik olması bu noktada doğru. Kozmopolit bir şehirde zaten bir şeyin kendisinin nasıl homojen olmasını bekleyebiliriz ki...

sergi-2.jpg

HAKİKATLERİN TERS KÖŞE YAPTIĞI BİR YERDE DURUYOR

O halde bu sergi, Türk toplumunun 2023 yılında aynı anda muzdarip olduğu birden fazla şeyin parça parça yansıması gibi.

Aynen. Kendi açınızdan düşünün, kadın olarak toplumda var olmaya çalışıyorsunuz, iş dünyasında var olmaya çalışıyorsunuz, ekonomik sıkıntılar yaşıyorsunuz. İstanbul'da bunu yaşamayan herhalde çok az insan vardır. Herhangi bir yere tatile gitmek istiyorsanız yine ekonomi karşınıza çıkıyor. Mobbing yiyorsunuz belki. Doğa ile ilgili krizleriniz bitmiyor. Bu yüzden ‘Düşler ve Hakikatler’ sürekli düşlediğimiz iyicil tarafta durmaya çalışırken hakikatlerin ters köşe yaptığı bir yerde duruyor. Dolayısıyla evet, eklektik ama bunların hangi biri birinden bağımsız? ‘Ya benim hayatta bir tane derdim var o da kadın olarak şunu yaşamak’ diyemezsiniz. Her birini gerçekten yoğun yaşıyoruz.

sergi-3.jpg

Bir yandan da aslında serginin anlık gündemlerimizle ne kadar bağlantılı olduğunu söylüyorsunuz. Bu ülkede çok fazla insanın aynı anda yaşadığı buhran ve çıkmazlık gibi kollektif hislere karşılık geliyor. Peki, ziyaretçiler bunu alabiliyorlar mı sizce?

Alan var, alamayan da çok fazla var. Ben her zaman şuna bakıyorum; çalışırken tamamen izleyiciyi yakalayabilmek, olabildiğince şeffaf olmak ve tabansız davranmak. Bunun örneğini kamusal alan dersi verirken hep şöyle anlatıyorum: SALT Beyoğlu’nu düşünün. Tabansız neredeyse, olabildiğince içeriye davet ediyor. O davetkarlık formu aslında çok önemli. Buranın vitrini için de aynı şeyi söylüyorum. Burada tabii ki 2-3 basamak var ama o davetkar olma, herkese içine alma ruhu oradan geliyor. Şöyle söyleyeyim, böyle bir sergi 1 yıl minimum çalışmak gerekiyor. Ben de normalde öyle çalışıyorum ama bazen de hemen. Böyle bir şeyi hemen yaptığımızda, bugün yine aynı şeyi düşünüyordum, sonuç istediğime ne kadar yakın? Tabii ki tartışılır. Sergilerim genelde tarihi ve dokunulmaz mekanlarda oluyor, bir şekilde öyle denk geldi. Dolayısıyla bu mekanların ruhunu azaltmadan, onlarla dans ederek, işi de binayı da yok etmeden sergi çıkarmak hiç kolay bir şey değil. O yüzden daha eklektik, daha zor köşeler var ama bunun için hareket ederken de bu problemlere değinmeden geçemezdim.

sergi-4.jpg

İLK HAFTADA 100 BİN KİŞİ GEZDİ

Tam da buradan hareketle şunu sormak istiyorum: Bir yandan da aslında İstanbul'da kültür alanında insanlar ya mekanı ya da sergiyi bilerek gidiyorlar. Ama Casa Botter öyle bir yer değil. Birçok insan da görüp sadece bakmaya giriyor. Sanatla ya da kültürle çok bağlantısı olmayan çok fazla ziyaretçisi de var eminim. Bu noktada nerede duruyor, bunu hesaba kattınız mı?

Evet evet, her zaman. Birincisi eğitmen, hoca olduğum için zaten bu benim için önemli bir yerde. Zaten sen, ben, 100 kişi konuşuyorsak bunu hiçbir anlamı yok. Ki açıldığından bu yana ilk hafta 100 bin kişi gezdi, şu an herhalde 150-160'ı geçmiştir diye tahmin ediyorum. Bu kadar kişiye erişirken şu çok önemli, izleyicinin anlayabilmesi için kısa metinler var. İsteyen izleyici onu okur, anlayabildiğini anlar. Postmodernizm sonrasında, Çağdaş Sanat için izleyici ne görürse onu alır diyor, sanatçının ne yarattığından ziyade. Çünkü sanatçının geldiği sosyal arkaplan aslında bizim için bir noktada önemli değil, onun hissettiği duyguyu verdiğinde sen ne hissedersen onu yakalıyorsun. Postmodernizm tam bunu söylüyor. “Her şey gider, her şey kabul görür” gibi bir yere geliyor. Ama diğer tarafta bizim ülkemizdeki bu problemlere ne kadar odaklanıyor, ne kadar oluyor? Evet yine izleyiciye dokunuyor. Ben herkese erişebilecek bir taban olmasını istedim. O yüzden vitrin, şeffaflık, tabansız olmak, metinleri koymak, izleyicinin olabildiğince bilgiyi yakalaması benim için kıymetliydi.

Evet, diğer yandan da şunu düşünüyorum. Sanatla ve kültürle biraz teması olan ama çağdaş sanatla ilgilenmeyen insanlar var. Peki sizce bu sergi Türkiye'de çağdaş sanata dair insanların ilgisini tetikler mi?

Güzel, enteresan bir soru. Aslında insanlar bildiği, alelade gördüğü şeyin dışında ilk kez bir şeyle karşılaşıyor. Vitrinde Cevdet Erek’in işi var mesela, 'Çıngır'. Bardaklar, içinde telefon var, dışarıda ve içeride 24 saat ses var. Bunun sanat eseri olabileceğini bilen bir kitle dışındaki birisi çok idrak edemeyecek muhtemelen. Yamuk yumuk bardaklar diye düşünecek belki ama diğer tarafta, evet bir şekilde aşina olacak. Yani şöyle düşünün, bununla denk geldikçe, buna maruz kaldıkça zaten bir şekilde yakalıyorsunuz bir parçası oluyorsunuz.

sergi-5.png

Aslında 'çağdaş sanata giriş' gibi belki de?

Aynen öyle, çünkü şöyle, belediyenin vizyonu değişiyor. Belediye değişiyor, eski bildiğimiz belediyecilik algısının çok dışında bir hikaye var. O değişirken de içindeki o tatlı, güzel insanlarla birlikte daha iyi neler yapabiliriz diye soruyorsunuz, hep sorunun yanıtı o oluyor. Tabii ki daha iyi olabilecek şeyler var, ben de biliyorum. Olabilen en iyi şey, en kısa sürede ortaya çıkıyor aslında. Ben çok önemsiyorum, belediyeyle işbirliği yapmak herkes için kıymetli. Ki zaten muhtemelen önümüzdeki yıl daha çok göreceğiz, farklı yerlerde de; büyük, ciddi kurumlarla da.

Çok heyecanlı. Peki, favoriniz var mı?

Hiç ayıramam çünkü her birinin benim için çok özel bir yeri var sergide. Çünkü küratörlük biraz da sevdiğiniz, tatlı bulduğunuz şeyleri dahil etmek ve onu bir şekilde parçası haline getirmek gibi. Her biri gerçekten tartıştığı anlamla birlikte benim için değerli bir yerde. Çok güzel ve bir oyuncu işler var. Bulundukları yerler bana iyi hissettiriyor ve iyi geliyor. Özellikle Cevdet’in vitrinden sürekli dışarıya yönelen çın sesi, Çıngır. O çıkan melodik ses, sürekli izleyici 24 saat içeriye dahil ediyor. Bazen geç saatlerde geçiyorum, 12-1 gibi. Sokakta “Bi’ ses geliyo’ bi’ yerden” deniyor, onu yakalıyorum izleyiciden. Ne olduğunu anlayamıyor aslında, bir yerden sürekli rüzgar çanı gibi ses geliyor, onu fark ediyor. Diğer taraftan Berat Işık’ın Işık işinin önünde dans edenler, performans yapanlar, gözlüğünü takıp oturan çok enteresan tabii ki izleyicinin…

Bir nevi yarı kamusal alan, hatta tamamen kamusal alan?

Aslında tamamen kamusal olan diyemeyiz çünkü kamusal olması için 24 saat açık olması gerekiyor. Evet burası toplumsal alan. Kamu kelimesi de Türkçe’de çok problem çünkü kamu devlet demek halk demek değil. Aslında burası toplumsal alan. Herkesin buluştuğu, sosyalleştiği, gezdiği ve paylaştığı alan. Tabii ki limitli giriş saatleri var, ister istemez 24 saat açık değil. Bu açıdan halkın içeride istediği şekilde gezdiği, özgürce fikirlerini ifade ettiği alan ve ben bunu gerçekten İBB tarafında görüyorum, bunu rahatça bunu söyleyebilirim.

Çok teşekkür ederim. Siz her şeyi bu kadar derinlikli bir şekilde açıklayınca bütün sorularıma cevap almış gibi hissettim.

Ben teşekkür ederim. Bu arada çok başka sorular sordunuz. Herkes “İşleri nasıl seçtiniz? Peki buradan kavramı nasıl oluşturduğunuz? Peki şu nasıl ilerledi?” gibi soruları soruyordu. O yüzden çok farklı sorular sordunuz.

Aslında benim çıkış noktam da aynıydı ama belki ben 5-6 adım ilerde bir yerden sordum. Ben de merak ediyorum onları ama hikayeyi anlattığınız zaman onların yanıtlarını aldım gibi oldu. Peki, bu hikayenin kurgusu nereden geliyor?

Hikayenin kurgusu da benim bu alanlara dair kişisel, steril olmayan problemleri yakalıyor olmam ve benim birebir bunu yaşıyor olmam, öyle bir yerden geliyor. Ben sanatçı seçmiyorum, ben eser seçiyorum. Benim için bu eser sergide yer almalıysa bunun sanatçısı Akarsu’ysa Akarsu'ya geliyorum. Ha, şuna bakıyorum kadın erkek eşitliği, eser disiplinlerarasılığı, resim varsa heykel olmalı, video varsa yerleştirme olmalı, duvarda mekanik bir iş olmalı, ışık olmalı, ses olmalı bütün bu disiplinlerarası mefhumunu önemsiyorum. Aynı zamanda yaş meselesini önemsiyorum. Genç bir sanatçı varsa olgun kuşaktan da biri olmalı, iki farklı kişi meselelere nasıl bir yerden bakıyor. Bu benim aslında birazcık daha transdisipliner ve farklı çalışma metodolojim olabilir.

Çok demokratik bir sergi alanı yaratmaya çalışıyorsunuz anladığım kadarıyla?

Aynen öyle çünkü herkes hitap etmeli. Şunu söylersiniz en başta başka bir sergide “Sadece çok genç kuşaktan bir sergi yapıyorum, sadece resim, sadece fotoğraf” diyebilirsiniz çünkü. Ben bunu tartışmıyorum. Bu sergi herkese ait bir sergi, herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği...

'KONFOR ALANININ DIŞINA ÇIKMAK BİZİM İÇİN RAHATSIZ EDİCİ''

Söyledikleriniz, ilk soruda bahsettiğim eleştirileri de açıklıyor. İnsanlar, tüketilmeye hazırlanan bir şeyi mümkün olduğu kadar başka şeylerden arındırıp, tek bir bağlama koyduğunda sindirmesi, satması ve pazarlaması daha kolay bir şey haline geliyor. Buna alışık insanlar için bu sergi hem içine girmesi hem de anlamlandırma açısından zor olabilir mi?

Hemfikirim, bence bu çok güzel bir kritik çünkü çok muhafazakar bir yerden bakıyoruz. Alışılmış olanın, konfor alanının dışına çıkmak bizim çok rahatsız edici. Kritikleri merak ediyorum, her zaman değerli buluyorum. Ama sizin de ilk başta söylediğiniz gibi Türkiye'de yapıcı eleştirden ziyade yıkıcı eleştiri önce geliyor. Birlikte gezdiğimiz herkes “Aa okay anladım” diyor. Bazılarına anlatıyorum süreçte neler olduğunu, onlar daha rahat anlıyor ama diğer tarafta “Emin olamıyorum, yani biraz şey…” üç haftada çıkan bir sergide beklediğim müze sergisi etkisini ya da o alışılagelmiş sergiyi yakalamak çok olası olmayabiliyor. Ki benim de her zaman kendime kritiğim var çünkü her zaman bir adım öteye gitmek gerekiyor.

'BOTTER BÜYÜLEYİCİ BİR BİNA'

Başka bir yer için tasarlanmış bir sergi olduğunu söylemiştiniz, sonra da bambaşka bir alana geldi. Geldiği yer de herhangi başka bir yer de değil, sergiden önce binanın adı geliyor. Bu bir küratör açısından zor bir durum değil mi?

Aynen öyle. Bununla herhangi bir savaşa girmeyeceğimi biliyorum. Çok enteresan ve tuhaf şekilde, hakikaten bambaşka bir alan düşünüyordum, başka bir yerin geleceğini bilmiyordum vesaire. Bir anda “Burada yapar mısın?” “Peki.” Ben bunu kabul ettiğimde, çalışmaya başladığımda mekanı görmedim. Katılıyorum, Botter çok büyüleyici bir bina. Kimse bu kadar yükselebileceğini düşünmedi, bence İBB de bu kadarını beklemiyordu. Evet, bina çok önemli. Çok uzun zamandır beklenen bir bina olduğu için çok görünürlüğü yüksek, dert etmiyorum. Sergi bunun bir parçası oldu gerçekten. Şunu her zaman kıymetli buluyorum, bu binada bir şey yapabilmiş olmak, İBB ile bina üzerinden işbirliği kurmuş olmak çok değerli. İlk sergisini yaptığım için enteresan şekilde keyifleniyorum. Binanın ruhuna dokunabilir miydim hiçbir zaman bilemezdim, belki de tartışırsınız. Kıymetli ve enteresan.

Çok güzel, çok teşekkür ederim

Ne demek, ben teşekkür ederim.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN