“Koru"namayanlar

Şehre bahar neşvünema ile geldi. Baharı insanın yüzündeki tebessümden gördüğümüz gibi, ağacın tazelenen damarında, kuşların neşelerinde, börtü böceğin güneşten cesaret alıp daha bir şuh havalanışında, nebatatın başını güneşe uzatmasında, koruların insan kaynayan kahkahalarında, yaşlıların güneşe sandalye atıp iç çekmelerinde, yolun ortasını yayılıp bana mısın demeyen köpeklerin güneşi sahiplenmelerinde, kedilerin yemek sıkıntısı çekmeyen rahatlığında, ç… anlıyoruz.

Hayatımızın salgından arınması, uzun ve sert geçen kışın ardından gelen baharı çoğumuz bayram havasında karşıladı.

Baharın içinde kazma kürek yakan kıştan kalma nefesin var olduğunu esintinin tenimize verdiği üşüme serinliğinden anlıyoruz.

Betimlediğim baharı eğitime gönül vermiş, insan inşa etme aşığı Hüseyin Avni Sözen Lisesinin müdürü Haluk Değirmenci Bey ile Validebağ Korusu’nda yürürken gördük.

Yürümenin Felsefesi eserinde Frederic Gros “Yürümeyi evrenle özel bir ritim, akort ya da hafifleme içinde buluşmak” diye tanımlar.

Haluk Hoca; kararlarındaki eminliği, mizacındaki atikliği, konuşmasındaki netliği yürüyüşüne da yansıtmış. Gros’un tanımı ve Haluk Hocamın davranışları eşliğinde koruyu dolaşıyoruz.

Validebağ Korusu; Istanbul’un göbeğinde, envai bitkinin, ağacın, kuşun şehre rağmen nefes alıp verdiği muhteşem bir basübadelmevt sergisi.

Kendi haline bırakılmışlığına rağmen bakımlı bir hayatın teneffüs alanı. Adeta cenneten bir köşk. Bahar; ağaçlara, kuşlara, börtü böceğe ota nefes veriyor. Rüzgar efiltisiyle nebatat kımıldıyor. Topraktaki börtü böcek kımıl kımıl. Kuşlar, koruyu senfoniye dönüştürmüş. Ağaçların dalları rüzgar ile raks ediyor. Hayatı soluyan her canlı zikir edasında birbiriyle yarış halinde. Korudan yayılan aroma

İstanbul’u ziftin, taşın, inşaatın merkez üssü haline getirmek için devlet erkanının ve inşaat şirketlerinin birbiriyle rekabet ettiği günümüzde “korular” halen şehirde Rabbin terennüm edildiği mekanlar. Haluk Hocam ile bu esma zikrinin şahidi oluyoruz.

Valide Bağ Korusu’nun içinde; huzurevi, otel, öğretmenevi, hastane bulunur.

Havanın temiz olmasından dolayı nefes darlığı, akciğer, verem hastaları uzun süre burada tedavi edilmiş. Halen yaşlılar burada huzur buluyor.

Sultan Abdülaziz tarafından küçük kız kardeşi Adile Sultan için 1853 yılında yaptırılan “Adile Sultan Kasrı” ile karşılaştığımızda Haluk Hocam duruyor: ”Böyle bir eser inşaa edemiyoruz.” yakınması ile iç çekiyor.

Adile Sultan Kasrı, Rıfat Ilgaz’ın romanından uyarlanan Hababam Sınıfı filminin çekildiği yer. Kasr şu an müze ve öğretmenevi olarak hizmet veriyor. Kasrın etrafına sonradan inşa edilen barakadan yapıların etrafa serpiştirilen plastik masa ve sandalyelerden farkı yok.

Koruda dingin nefeslerin alıp verildiği huzurevi binasının huzurunu arkamızda bırakıp ilerliyoruz.

Önümüze, düz bir zeminde ağaçların etrafına kurulmuş kıpır kıpır anaokulu çocukları çıkıyor. Göğü, güneşi, baharı, ağacı, börtü böceği aralarına almış, oynuyorlar. Etekleri zil çalıyor. Öğretmenlerinin de ağzı kulaklarında.

Çatısı güneş ve gök olan hayat okulunda olmanın huzuru hepsinin kemiklerine kadar işlemiş. Bakmaya doyum olmuyor.

Aralarından geçiyoruz. Dünya eğitimine vakıf olmak dışında birçok ülkeye gidip eğitimlerine şahit olan Haluk Hoca: “Kanada’da çocukların toprakta yalın ayak oynamaları için kurulan oyun alanları var. İçlerindeki enerjiyi toprağa boşaltıyorlar.” diyor.

Validebağ Korusu’na sonradan kondurulan Haydar Paşa Lisesi çıkıyor karşımıza. Tel örgülerin arkasında beton zemine uzanmış liseli gençlerin bakışlarını solumuza alıp yürüyoruz.

Korudan yer yer daha keskin yayılan aroma nefesimize nefes katıyor. Tenimizi ısıran bahar serinliği. Her yerde biten pisi pisi otları. Görüntümüz yeşil kalsın diye bakışlarımızı eğip yürüyoruz. Plazalardan bakışımızı alıkoyuruz.

Koru kültüründen bahseden Haluk Hoca: “Sinek toplayan meyve ağaçları korulara dikilmez. Korular için ıhlamur, manolya, defne ideal ağaçlar.”

Çamlıca eteklerinde yüksek bir zemine kurulmuş olan Validebağ Korusu’nun doğusu dere yatağı. Dere yatağında bulunan 100-150 yıllık çitlembik sedir ağaçları tüm ihtişamıyla koruya kadimlik katıyor. Geniş köklerinde birkaç hayatı barındırıyorlar.

Köklerinden aldıkları güçle göğe doğru yükselen dallarında bir muhteşemlik var. Rüzgar, güneş, gök ile raksa her an hazır bir hayat gösterisi.

Haluk Hocam Koru’nun yüksek alanlarında kuruyan bir asrı geçkin çitlembik ve sedir ağaçlarını gösteriyor ve ekliyor: “Koru’nun etrafında yapılan sitelerde korunun su kanallarına kadar inildi. Koruya akan derin su kanalları otoparka dönüştürüldü. Uzun ömürlü, kökleri derinliklerde olan bu tarihi ağaçların su damarları kesilince ağaçlar birer birer kuruyor.”

Baktığımızda korunun içinde bir asrı geçkin hayat bulan çitlembik ve sedirlerin kuru bedenleri ile karşılaşıyoruz. Can çekişen

kuru bedenler insanın içi parçalanıyor.

İhtişamlı konfor için can damarları kesilen muhteşem hayatlar.

İstanbul’u 1453’te Osmanlı fethetti. Konfor düşkünü günümüz insanı ise şehri şimdi işgal ediyor.

İlerliyoruz. Haluk Hoca ağaçlara tutanan sarmaşıklara işaret ediyor. Sarmaşık aşk kelimesinden geliyor. Ağacı saran ve ağaçtan beslenen sarmaşık zamanla ağacı kurutarak ağacın ölmesine neden oluyor.

Tıpkı bizim gibi. Bizde kaç asır İstanbul’a tutunup üç kıtayı fethettik, dünyaya emsal bir medeniyet kurduk. Ancak modern hayat (!) ile tanıştığımız günden beri de şehri kurutma evresine girdik.

Korunun hastane kapısından çıkarken asfalt ve vızır vızır işleyen arabalar ile karşılaşınca gayri ihtiyarı “bir anlık cenneti yaşadım” cümlesi düştü dudaklarımdan.



YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum