Tanıdığım Bir Ağaç

Kendi dünyamda orman yangınlarının başını alıp gittiği ülkemizde ağaçlara insandan daha mı çok yakınlık duymalıyız sorusunu sık sık kendime sorup cevaplama ihtiyacı hissediyorum.

Bir ağacın sadece ağaçtan ibaret olmadığını orman yangınlarında ağaç ekosisteminde yaşayan ve ağaçlarla birlikte hayatını kaybeden insanların, hayvanların, yok olan bitkilerin, mahvedilen doğanın hasılı karartılan hayatların insanın içine orman yangını kadar bir yangın bıraktığını görüyoruz, yaşıyoruz.

Bir ağacı savunmak insanı savunmaktır veya bir ağacı yakmak insanlığı yakmaktır. Ağacın mı insana ihtiyacı var, insanın mı ağaca ihtiyacı olur sorusunda benim fikrim insanındır. Bir ağaç yalnız ağaçtan ibaret değildir.

Ağacın kendine has dünyası var. Gövdesiyle, dalıyla, yaprağıyla bir dünya. Ve bu dünyanın barındırdığı envai kuş, bitki, toprak, taş, börtü böcek, güneş, yağmur…

Ağaç bize bulunduğu evrenin anahtarını verir. Kendi evrenindeki güneşin, göğün, börtü böceğin, toprağın tarihine dair bize doğal bir sunum yapar.

Bu yazıyı sırtını ormana, yüzünü ovaya dönmüş bir ağacın gölgesinde yazıyorum. Ağaç ormana rağmen dağın eteklerinde yalnız başına hayat bulma mücadelesi vermiş. Ağaçta; baltaya, kesere, yabani hayata, borana, kışa rağmen tek başına dimdik ayakta durma mücadelesinden zafer ile çıkmanın güveni var.

Ağacın damarlarında karınca yuvaları. Ağaç kökünden kışlık erzaklarını taşıyan bir karınca gezegeni.
Bir kertenkele yaprakların serin tuttuğu dalların gölgesine sinmiş. Ağaca nefes alışverişini hissettiriyor. Kelebekler ağaca konup konup yorgunluklarını gideriyor. Gevenler, kengerler ağacın dört bir yanını sarmış. Ağacın etki alanında bozkırın envai çeşidi. Saçlarını rüzgara tarıyorlar.
Ovadan havalanan kuş sürüleri ağaçta dinleniyor. Cıvıltılarıyla ağaca neşe veriyor. Dalların sevinçten ağzı kulaklarına varıyor. Yapraklar zil takıp oynuyor. Beş on dakika sonra ağaca veda ile başka göklere kanatlanıyorlar.

Bir süre sonra ağacın tepesinde bir kuş yuvasının olduğunu fark ediyorum. Yumurtadan yeni çıkmış yavruların ciyaklamaları. Annelerinin gelişiyle cıyaklamalar yerini sessizliğe bırakıyor. Ağacın altındaki varlığım kuşun yuvasına tereddüt yaşatmalı ki ben gitmeyene kadar yuvasında durup ötmeye devam ediyor.

Az ötede su aramaktan bizar düşmüş iki kaplumbağa, ağacın gölgesinde durup bana bakıyor. Bir dönem birbirimizi gözlüyoruz.

Hava ısındıkça böceklerin cırıltısı arşa yükseliyor. Ağacın dört bir yanı cır cır böceği orkestrası. Arılar, ağacın gezo düşen kimi yapraklarını bala dönüştürmenin uğraşı içinde. Meşe palamutlarını sincaplar ve kargalar bölüşüyor. Kurak geçen bu yıl arada bir keçilerde yerdeki palamutlardan nasibini arıyor.

Güneş tepedeki yerine iyice yerleşince ağaç gölgesini yaymakta cömert davranıyor. Gölge ile yetinmeyen ağaç kendine has rüzgarıyla bir esinti veriyor. Yapraklar o zaman orman senfonisi.

Yalnızlığından bırak şikayetçi olmayı tek başına ayakta durmanın güvenini sevincini coşkusunu ağacın mutlu halinde görmek mümkün.

Durup ağaca kulak verdiğimizde dört mevsimi içinde barındırdığını da görmek mümkün. Kışın karına, boranına boyun eğmeyip dik dura dura gövdesi bir kale gibi toprağın derinliklerine kök salmış.

Her canlının ölümü tadacağının mistik mesajını verse de her rüzgara kara kışa meydanı boş bırakmayıp ömrünün her dönemini yaşayarak dünyaya veda etme kararlılığı var. İlkbaharı, yapraklarının taze kokusunda , ince dallarında görmek mümkün. Gölgesi, bahar yeşertisi veriyor.

Palamutların olmuşluğunda yaz olgunluğu. Isıyı emen gövdesi bize yaz mevsiminde olduğunu da anımsatıyor. Yapraklarındaki tazelik kokusu kurak geçen yıla rağmen sonbahara henüz çok var diyor.

Her gün ovaya, dağlara bakan meşe ağacı, ormanda esen rüzgardan diğer ağaçların haberini alıyor.
Melih Cevdet Anday’ın “Rahatı Kaçan Ağaç” şiirindeki

"Geceyi gündüzü biliyor

Dört mevsimi, rüzgarı, karı

Ay ışığına bayılıyor

Ama kötülemiyor karanlığı" dizeleri meşe ağacı içinde geçerli.

Bu arada insan dışında hiçbir canlının halinden şikayetçi olmayıp hem cinslerini kötülemediğini de ekleyelim.

Meşenin kuruyan dalları, kimi ağaca tutunmanın son demini yaşıyor kimi yerde toprağa karışmanın fena fillah mertebesini.

Kendini bilmez insanlar, bir insanın yüzünü cırmalar gibi ağacın dallarına el atıp dalları gövdeden kopardığında nasıl insanın yüzü kanıyorsa ağaçlarında gövdelerinin kanadağını bilmemek görmemek için insanın vicdandan arınması gerekir. Kırılan, kuruyan, koparılan her dal ağaçta kanayan bir yaradır.

Müteahhitlerin inşaat alanı oluşturmak için kestiği ağaçlar ile orman yangınları ile yok edilen ağaçlar arasında bir fark var mı?

Ağacı hayatımızdan aldığımızda hayatımızdan ne eksilir bunu da bir düşünelim.

Veya edebiyatı ağaçtan arındırdığımızda şiirden romandan hikayeden geriye ne kalır?

Ağacı; müzikten, tiyatrodan, resimden, sinemadan, yorgunluklardan, hayallerden, durup dinlenmelerden, evden, ovadan, dağdan, vadiden, çimenden, çeşmeden, dere kenarından, oyundan oyuncaktan, kelimeden, cümleden, sohbetten, meyveden, rüzgarın sesinden, yalnızlıktan, memnun beklemekten, meyveden, yer çekiminden, yuvadan, soğuklara meydan okumaktan, sobadan, ısıdan, kordan, közden, hamlıktan, türküden, olmaktan, olmuşluktan, sarılmaktan, aşktan, tırmanmaktan, yapraktan, hayalden, bahçeden, ormandan, saklanmaktan, sakınmaktan, darağacından , idamdan, dayanmaktan… hasılı ağacı hayattan aldığımızda hayattan geriye ne kalır?

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum