“Yılan Ağzındaki Elma”

Kazablanka’da Kral İkinci Hasan Camii’sini ziyaret ederken Okyanus’un dalgaları ziyaretçileri karşılıyor. Tenha olmayan dalgalar köpürüp şahlanarak avlu duvarın üzerinden taşıyor. Polis, ziyaretçilerin dalgalara yanaşmasına izin vermiyor.

Eteğine varıp secdeye kapandıktan sonra camiden uzaklaşıp Kazablanka’nın Atlantik Okyanus’u kıyısına geçtim. Bu, Kazablanka’ya ikinci gelişimdi.

Sahil boyu uzanan palmiyeler eşliğinde yürüyorum. Güneşsiz gökyüzü. Sis perdeleri.

Yüzlerde pazar mahmurluğu. Kaldırımda koşanlar, ağaç diplerini eşeleyen işçiler, kıvırcık saçlı çocuklar, Cezayir’in Fransızlara karşı mücadelesinde gördüğüm insan yüzleri, beyaz adamın ayrıcalıklı adımları, gençlerin güvenleri, sarkık yüzler, Fransızcanın Arapçayı işgali, Fas’ın Arapça aksanında “r” nin her kulağa kendini duyurması, Fransızcanın kaldırımda iğreti duruşu ve Arap saçına dönen dillerin iç içeliği .

Yürürken bir yandan da düşünüyorum.

Bu kaçıncı okyanus görüşümdü? Okyanus ile tanışmam Belçika’nın Ostende kentindeydi. Atlantik Okyanus’u çamur rengindeydi. Okyanus’un çamur haline şaşırmıştım . En şaşırdığım ise çamur rengini okyanus sanıp eğlenenlereydi.

Kıyıda uzun yürüyüşten sonra yorgun düşen adımlarım beni Amerika’ya karşı kurulmuş bir kafeye yöneltti. Amerika’yı karşıma alıp oturdum. Amerika’ya karşı olmama seviniyorum. Fas’ın Amerika ile Atlas Okyanusu üzerinde hinterlandı var. Cezayir-Fas’ı karşı karşıya getirme dışında Amerika’nın Fas’ta etkisini göremedim.

Cami avlusundan adımımı attığım andan saatlerce kıyıyı adımladığım ana kadar yönüm aklım gönlüm gözüm hep Okyanus’taydı. Köpüren, şahlanan okyanusta. İlk gelişimde de Fas deyince en çok okyanusu aklımda kalmıştı.

Orduların, komutanların atını sürdüğü, mağripli fatihlerin son fetih kalesi, Atlas Okyanusu.

Çağıl çağıl çağıldayan Okyanus’un ihtişamında Ahmet Muhip Dranas’ın “Ağrı Dağı”nı görünce dağın dehşeti karşısında yazdığı mısralar aklıma geldi.

“Karlı başın yüce dedikleyin yüce, Sükûn içindeki heybetin gönlümce.”

Ağrı Dağ’ının başındaki yücelik, Okyanus’un eteklerindeki dalgaların göğe şahlanan ihtişamında. Mevcut alemden başka alemlere insanı sürükleyen okyanus.

Sükûn içindeki heybeti, hayal aleminden çıkıp hayret aleminde devleşmesi, ruha şifa mahiyetinde çırpınışları. Hilalleşen dalgalar, dalgaların süt beyazı köpükleri, köpüklerin kucaklaşmaları, kucaklaşıp ayrılmaları, ayrılmaların okyanusun başka girdaplarına çekilmeleri…

Kazablanka’nın kıyı balkonunda seyrediyorum insan aklına sığmayan uçsuz bucaksız bu ihtişamı. Duygularım ihtişamlık karşısında bir kartal hızıyla renk değiştiriyor. Şahlanan Tanrısallık karşısında insan cüceleşiyor. Okyanus’un ele avuca sığmayan taşkınlığı coşkusu insan hafızasını zorluyor.

Kumaş gibi kat kat katlanan dalgalar devasa bir köpük dağına dönüşüp kıyıları dövüyor. Bu dövünmeden ne kıyılar şikayetçi ne okyanus yorgun.

Bir masal içinden atıyla yayıyla okuyla çıkıp gelen bu enginlik avazı çıktığı kadar haykırıyor: “Hayâl arkasında boş çırpınışların.” Tatlı rüyalardan, derin uykulardan, dalgınlıklardan, başı boşluktan, yanılgılardan uyandıran haykırma. Perişandır elbet ben’im.
“Ne kadar cüceyim dert ve sevincimde!”

Yükselip alçalan okyanusa martılar da yanaşamıyor. Rüzgar ve dalgalar martıların kanatlarında. Kıyısında oyalıyorlar. Okyanusun kumsala, kayalara çarpıp çekilmesini fırsat bilen başka kuşlar dalgaların kıyıya saldığı larvaları gagalıyor. Okyanus kimine rızık, kimine şifa.

Kazablanka ve Okyanus’u örten sis perdesi. Gök, sis mağaralarında kayıp. Şehir sisin avuçlarında. Palmiyeler avuçtan taşan yeşil dekor. Sıra sıra. Gemilerin uğramaya cesaret edemediği sahil. Har hamlede adımlara dolanan sis. Gemilerin gözlerini oyan cellat. Günah kapılarını aralayan belirsizlik. İnsanı şaşkın çaresiz kılan nefes. Sisten kaçıp okyanus kucağını güvenli liman kılan hayal. Sis, içimde taşan okyanusu örtmeye çalışsa da izin vermiyor görünmeyen bir el.

Okyanustan masaya yöneliyorum. Garson, masaya naneli çayı ve kahveleri bırakıyor. Kahve, naneli çayın buharıyla bir olup okyanusun çılgın gönlüne bağlanmaya dört nala yükseliyor. Kaktüs, okaliptüs, yosunla kalakalıyorum masada.

Yan masaya yaşlı bir çift elindeki kutuyla kuruluyor. Kutuda kruvasan. Kruvasanın yanına konan kahve çok geçmeden geliyor. Fransız etkisinde kalan Faslılar kahvaltıya Fransızlar: Kruvasan ve kahve. Berberilerin bir kısmı halen süt ve hurma ile kahvaltı yapma geleneklerini sürdürüyor. Afroarap ve Afroavrupa kahvaltının kültürel dili.

Naneli çay bardağını avuçlayıp Fas sıcaklığını avuçlarımda hissediyorum. Bir haftadır içtiğim naneli çayın insanı sakinleştiren halini yaşıyorum. Kokusu, tadı, buharı, bardağı sükunet veriyor insana. Duygularımın sükunet içinde okyanusu seyretmesini sağlıyor.

Okyanus’a tekrar yöneliyorum. Sonsuzluk gemisi Okyanus, ölümden çok hayatın kendisi. Su oyunlarının en güzelini oynayan rakkas.

Kendi içinde envai mucizeler barındırdığı gibi kıldan ince kılıçtan keskin hayallerin de kaynağı. İnsanın da akıl ve gönül henesindeki hayalleri tetikliyor.

Bazen okyanus dalgalarını binek kılıp fethe çıkıyorum, bazen fetihte zafer elde eden bir komutana dönüşüyorum, bazen de fetih öncesi seyir halindeyim. Amak-ı Hayal içinde Tarık Bin Ziyad. Ney’ini üflüyor Okyanus’a.

Okyanusun insan zihninde çağrıştırdıkları nedir? Sadece fener ve aydınlık mı? Yoksa yol, yolcu, düş, gemi mi? Sonsuzluk, dalgalar, köpek balığı, buz dağları, dalgalarla boğuşan gemiler, yunuslar, vikingler, korsanlar, fetihler, köleler, kaptan-ı derya, leventler, Piri Reis, Barbaros Hayrettin Paşa, Rodos, kalyoncular, tuz, yosun, serinlik…

Anlıyorum ki en derin düşünceler, en tatlı hayaller bir ucu Allah’ta ve bir ucu gözlerimizde olan okyanus kıyısında Amerika’ya karşı otururken yaşanırmış.


*İtalik dizeler Ahmet Muhip Dranas’ın “Ağrı Dağı” şiirinden alıntıdır.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum