12 Eylül’ün varisleri
Yarın 12 Eylül.
Türkiye’de yaşayanların unutmadıkları, unutmamaları gereken bir tarih.
12 Eylül darbesinden sonra Genelkurmay Başkanı, kuvvet ve jandarma komutanı 5’lisi, yani cuntası Milli Güvenlik Konseyi bir heyet oluşturmuşlar, tüm gücü ellerinde toplamışlardı.
Bir süre sonra kendi seçtikleri, denetimleri, hatta komutaları altında bir Danışma Meclisi kurmuşlardı.
Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi bir yasayla kurucu meclisi oluşturan iki organ ilan edildi.
Ardından ülkenin 12 ciltlik mevzuatını güvenlik gözlüğüyle elden geçirip, özgürlük ve hakları alabildiğine sınırladılar. Siyasi Partiler Kanunu, Sendikalar Kanunu, Vatandaşlık Kanunu, Sıkıyönetim Kanunu, Milli Güvenlik Kanunu sayın sayabildiğiniz kadar.
Sonra bunlara uygun bir anayasa metni hazırladılar.
Bunu temel olarak 5 orgeneral ve karargahları yaptı.
Kimi siviller, Danışma Meclisi Üyeleri bu duruma meşruiyet payandası görevinde bulundu.
Üzerinden bunca yıl geçmesine, 1987’den 2017’ye kadar 19 değişiklik görmesine rağmen, hala 12 Eylül anayasası ve otoriter ruhu ülkeye egemendir.
Yeni gelmişken hatırlatmak da fayda var.
Bu değişikliklerin en önemlisi ve anlamlısı 2010 referandumuyla yapıldı. Bir kesimin, “yetez ama evet dediniz, ülkeyi mahvettiniz” tarzı, akıldan yoksun ideolojik ezberine rağmen bu tarihte yapılan değişikliklerle, o cunta üyeleri üzerindeki dokunulmazlık kalkmıştı. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getirilmişti (Bu hak sayesinde kimi Gülenci kumpasların bozulduğunu, pek çok tahliyenin, devamında beraatın gerçekleştiğini unutmadan). Kişisel verilerin korunması hakkı gelmiş, yurtdışı seyahatlerde idari kısıtlama sona erdirilmiş, sendika hakkı genişletilmiş, memurlara toplu sözleşme hakkı getirilmişti, YAŞ kararları yargıya açılmıştı.
Evet, bunlar otoriter düzenden kimi kopuş noktalarıydı.
Ancak süreklilik kopuş karşısında hala daha baskın.
Bunlardan birisi olağanüstü dönemlerde, olağanüstü yetkilerle yapılan kimi yasal düzenlemelerin kendilerini takip eden anayasaları şekillendirmesidir.
12 Eylül Anayasası bunun tam bir örneğiydi. Cunta ve Danışma Meclisi marifetiyle dev bir mevzuat elden geçirilmiş, anayasa bu değişiklere uygun ve onları koruyan bir çerçeve olmuştu.
Yeni Türkiye düzeninde de mekanizma az çok benzer çalışmıştır.
Olağanüstü hal döneminde çıkarılan kararnamelerle pek çok yasa ve devlet kurumda değişikliklere gidilmiş, AK Parti’nin anayasa hazırlayıcıları bunları referans almış, hatta kararname düzenlemeleriyle bu tür istisnai olağanüstü durum araçlarını normalleştirip, bu tarz değişiklerinin önünü açmıştı.
Bir diğer süreklilik ya da benzerlik uygulamada ve uygulamanın asayiş vurgularındadır…
12 Eylül milli güvenlik ideolojisinin en kritik düzenlemelerinden biri, 1983’te sayılı Millî Güvenlik Kurulu Kanunu’ydu, Kanunun 2. maddesi, millî güvenliği, ‘Devletin anayasal düzeninin, millî varlığının, bütünlüğünün, siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik dâhil bütün menfaatlerinin ve ahdi hukukunun her türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması ve kollanması’ şeklinde tanımlardı.
Tanımlamakla da kalmaz, milli güvenlik yapı ve politikalarını tüm kurumların, demokratik organların ve oluşumların üzerindeki “Demoklesin Kılıcı” haline çevirirdi.
Bu kanun 2018’de yürürlükten kalkmıştır.
Ancak gelin görün ki, siyaset anlayışında, özgürlüklerin sınırlanması çabasında, yargının işleyişinde ve zihniyet bakımından hala yürürlükte sayılır.
2016’yla start alan Yeni Türkiye, 12 Eylül otoriterliğinin sivil izdüşümünden başka bir şey değildir.