Fetretin sonu, umudun başı…

İnsan hayatında güç ve güven arasında kuvvetli bir ilişki olduğu muhakkak.

İnsan için geçerli olan toplumlar için geçerli.

Çatışmalar ve rekabetlerle örgülü toplumsal ve siyasi hayatta, uluslararası ilişkilerde, güç bir ihtiyaç, bir özgüven aracıdır…

Güç ve güven duygusu verebilmek siyasetçi için de önemlidir.

Nitekim, tüm veri ve gözlemler gösteriyor ki, yaşadığı tüm örselenmeye, karşı karşıya kaldığı tük sorunlara rağmen, Tayyip Erdoğan’ın arkasındaki desteğini korumasının ana nedeni, önemli ölçüde sahip olduğu “güç” imajı ve bu imajın işleviyle ilgili. Bu imaj ve işlevin işaret ettiği siyasi tasavvurla ilgili. Bu güç imajı ise “kazanımlarını ve iktidara açılan kapıları korumak isteyen muhafazakar kitlenin siyaset algısı” ile “yayılmacı, kimlikçi, güvenlikçi bir milliyetçiliğin kimi sonuçları ve simgeleri”yle doğrudan bağlantılıdır.

Gücün, “şahsi veya keyfi ya da kaba hali” malum.

Başta Erdoğan rejimi olmak üzere bunun örneklerini ve çeşitleri biliyoruz.

Bu “hal”de güç barizdir, ama bariz olan bu güç kötülükle, şiddetle, adaletsizlikte, kimlikçilikle iç içedir.

Gücün “demokratik hali” olabilir mi?

Demokratik bir rejimin güç kriteriyle değerlendirilmesi, ilk bakışta, bir çelişki içerir. Demokratik rejimi tanımlayan, ahlaklı, yasalara saygılı, özgürlük ve çeşitliliğe açık olma gibi nitelikleridir. Bu rejimin gücü temsil ettiği düşüncesi ise çok kişide soru ve şüpheye yol açar.

Oysa demokratik güç pekala olur ve üstelik en yoğun güç biçimini ifade edecek şekilde olur.

Nasıl?

Demokratik güç veya onun taşıcısı demokratik bir devletin tılsımı, herkesin gücünü seferber edebilmesinden kaynaklanır. Herkesin gücünü seferber edebilmek, gücün kaynakları ve enerjisini kişiden, mitostan, şiddetten değil, toplumdan, toplumun kaynaklarından alması demektir. Ne var ki, “herkes” dediğimiz bütün esasen heterojen ve çoğuldur; farklılıklardan oluşur. Keza, toplum ve kaynakları tek veya tekil değildir; çeşitlidir, üstelik çeşitlilikler arası çatışmalar, zıtlıklar içerir.

O zaman demokratik güç, siyaset veya devlet, bireysel ve toplumsal farklılıkların birliğinden üreyen bir güçtür. Ve bu anlamda kurucu bir vasıf taşır.

Peki, farklılıkların birliği nasıl oluşur?

Demokrasinin özüne gönderme yapan bu sorunun yanıdır: İfade özgürlüğüyle…

Birlik, ifade özgürlüğünün üreteceğini ortak alan, çıkar ve değerlerle oluşur… Birlik, konuşmayla, diyalogla, eleştiriyle, etkileşimle mümkündür.

Devlet ifade özgürlüğüne izin verdiği ve teşvik ettiği oranda, bireyler ortak yaşamı rasyonel kılan değerler, zımni anlaşmalar, duygu birliktelikleri üretirler.

O halde ifade özgürlüğü, devleti kökünün topluma uzanması, demokratik devletin, devletin yaşaması için bir gerekliliktir.

Birlik çabası boşlukta oluşmaz demokratik düzenlerde.

Etik, ahlak, yasa, kural ve kurumlar gibi araçlar ve mekanizmalarla yerleşir.

Bu mekanizmaların insanla aktardığı ortak siyasi ve ahlaki değerler, bir toplumda birliğe doğru sağduyuyu ve geniş bir perspektiften düşünme yeteneğini geliştirir. Kolektif, kurumsal ve rasyoneli öne iter.

İlk ön koşul, ön koşulsuz adalettir. Adalete inançtır.

Türkiye yılladır demokratik gücün peşinde koşar, ama döner dolaşır hep keyfi güce esir olur.

Bir kez daha seçime gideceğiz…

Keyfi ve kaba güç modeli ile demokratik güç vaadi arasında seçim yapacağız…

Bu kez olur mu?

Umalım…

Önce kabası gitsin; sonra da geleni adalet tesis etsin…

YORUMLAR (39)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
39 Yorum