Hukuk, kanun, vicdan
Türk siyasi düzeni tanımlanırken sıkça, “eksik demokrasi” tabiri kullanılır. Seçimlere indirgenmiş, seçimden seçime akla gelen bir garip demokrasiye sahip olduğumuz muhakkak.
“Eksik demokrasi” doğal olarak akla “eksik hukuk”u getirir. Elbet hukuk, eksik olunca, hukuk olmaktan çıkar. Evrensel değerlerin, insan hakları ilkelerinin, adalet ve özgürlük fikrinin yer almadığı, hukukla çatışan, düzenleyici hükümler, kurallar manzumesine döner.
Böyle düzenler hukukla anılmaz ve kanun devleti adı taşırlar. Tarihte ve bugün pek çok örneği olan açık veya örtülü otoriter düzenlerdir bunlar. Bu düzende kanunlar genel olarak siyasi faydaya, ideolojiye, inanca, çıkarlara göre biçim alırlar. Kanunların yapımı, yorumlanması, kanun adamlarının karar verme, hüküm düşme, gelme, gitme şekilleri de buna uygun olur.
Türkiye, son yıllarda, bunun açık ara tipik uygulama alanı haline geldi.
Örnek o kadar çok ki! Hangisini vermeli?
Kavala’yla ilgili, cumhurbaşkanının hüküm öncesi, “hüküm verilsin” diyen açıklamaları malum. Hakkında beraat ve tahliye kararı verilince, aynı gece başka bir gerekçeyle tutuklanması, sonrası “hata düzeltildi” açıklaması keza…
Veya ömür boyu hapis cezası almış bir sanıkla ilgili istinaf mahkemesinde verilen beraat ve tahliye kararı sonrası HSYK’nın devreye girmesi, heyetin dağıtılıp, davanın başkasına aktarılması ve cezanın onanması rezaleti… Ve Erdoğan’ın takip eden şu sözleri:
“Hak sonunda er ya da geç yerini buluyor. Düşünün müebbet hapse mahkum olmuş bir kişiyi kalkıp hemen beraat ettirme gibi bir yola mahkeme nasıl gidebiliyor, bu anlaşılır bir şey değil... Tabi bunların hepsinin talimatını verdik... Adalet Bakanlığımız ve savcılarımız bu noktada adımlarını attılar...”
Hukuk dediğimiz şey işte bu noktada bitiyor.
Sorun, mahkeme kararlarını denetleyen, son hükmü veren merciinin siyasi iktidar olmasıdır. Türkiye’de hukuk devleti yok, bu açık.Peki kanun devleti var mı?
O da şüpheli.
İnsan, bir kademe daha geriye gittiğimizi, “ataerkil bir örf düzeni”ne dönüşmekte olduğumuzu düşünmekten kendisini alamıyor. Zira bu düzen bir reisin kişiliği, vicdanı, geleneği yansıtan kararlarıyla anlam kazanan “doğrular” silsilesine işaret eder. Reisin vicdanı ve takdiri (bir bakıma “meşrulaşmış keyfilik”) kanun ve kuralın yerini alır.
Kaldı ki, yürütmenin, yani cumhurbaşkanının aklındaki kanun ve hukuk tanımının, kanun ve hukuk ilişkisinin bizim bildiğimiz tanım ve ilişki olmadığı açık…
Nedir o zaman “reis”in hukuk-kanun tanımı?
Açık: “Liderin vicdanı”dır.
Peki ceza?
O da, liderin duygusuna, vicdanına, siyasi sistemin ideolojisi ve akıl yürütmesine, kimi zaman ihtiyacına göre devreye giren yaptırımdır.
Evrensel değerlerin yerini, duygular, çıkarlar ve ahlaki eğilimlerden azade almayan kişi vicdanı, kuralların yerini ise bu vicdanla orantılı keyfi hükümlerin aldığı sistemlerde kapı, Türkiye’deki gibi bahçelere açılır.
Aslında vicdan bile anlatmıyor durumu…
Kavala’nın, Gezi hükümlerinin uydurma iddianamelerle ceza almasının neresi vicdana sığar?
Köpek itlaf yasa tasarısının neresi vicdana değer?
İktidarın şu veya bu an, şu veya bu vesileyle, demokrasi, hukuk sözünün her telaffuz edişinde bunlar akla geliyor…