Kılıçdaroğlu aday olursa…
Çok eskiye gitmeye gerek yok, yakın tarih ortada. CHP, 1990’lardan itibaren, uzunca bir süre, özellikle Baykal döneminde, toplumsal siyasi gerginlik atmosferinin, kültür savaşlarının merkezinde yer almayı tercih etti. Kendisini, agresif ve yasakçı bir laiklik anlayışının taşıyıcısı ve bir kimlik partisi olmaya hasretti. Öfke ve endişeyi besleyen bir yaşam biçimi politikası ve kavgasının önde gelen aktörü oldu.
Doğal olarak siyaset üretimi de, buna oranla yok denecek kadar az ya da sığdı.
Her gelişmede şeriat tehlikesi gören, değişimi, demokratikleşmeyi tehdit olarak algılayan, cumhuriyeti gündelik yaşam simgeleri ve örtü karşıtlığına, siyaseti Erdoğan’a sistematik itiraza indirgeyen bu siyasi parti, ordu, Kürt meselesi gibi konularda devlet ideolojisinin izinde yürüdü. Bu durum, Kılıçdaroğlu döneminin ilk evresinde de sürdü. 15 Temmuz sonrası, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla doruğa çıkan anti-Kürt ittifakın bile dolaylı parçası haline geldi.
Ancak, zaman içinde, biraz deneyim, biraz siyasi gerekler, ama en çok Kılıçdaroğlu faktörüyle, manevra kabiliyeti çok zor bu büyük transatlantiğin, CHP’nin burnu kımıldamaya, rota değişmeye başladı.
Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı girişimi, Kürt meselesi çözümde muhatabın HDP olduğu söylemesi, bu değişikliği gözler önüne seren bir gelişmelerdi. Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü önerisi de bu konuda, simgesel olmanın ötesinde, yeni ve önemli bir gösterge.
Son yazımda, en genel ifadesiyle “kılık kıyafet konusunda zorlamayı men eden” bir yasa önerisinin, CHP tarafından gündeme getirlemesinin sosyolojik anlamı üzerinde durmuş, Kılıçdaroğlu ve benzerleri bakımından işaret ettiği zihniyet ilerlemesinin altını çizmiş, bunların ülke bakımından son derece değerli gelişmeler söylemiştim.
Ancak, olan bundan fazlasıdır.
Kılıçdaroğlu’nun çıkışının ciddi siyasi ve pratik karşılıkları var.
Muhafazakar kesimdeki hakim duygularından birisi, malum, iktidarın el değiştirmesi halinde, kazandıkları kimi hak ve alanların yeniden sınırlanabileceği endişesidir. Kılıçdaroğlu başörtüsü çıkışıyla bir bakıma bu korkuyu gidemeye çalışmıştır.
Bunun ise iki anlamı var. Muhafazakar kesime oy için el uzatmak, aslında bunun ötesinde, kültür savaşlarına, hak kısıtlamalarına tekrar geri dönülmeyeceğini ilan etmek.
Özellikle ikinci hususun değerini görmemek için kör, kötü niyetli veya keskin inançlı olmak gerekir.
Nitekim Kılıçdaroğlu’na tepki, gerginlik zemininden istifade eden iktidardaki muhazakârlar ile örtülü müttefikleri laikçi ulusalcılardan, onların gazete ve televizyonlardan geldi…
Toplumda ana dalga, ana talep çatışma değil uzlaşma üzerine otuyor.
Kılıçdaroğlu da yeni dalgayı yakalamaya ve kabartmaya çalışıyor. Önerisiyle bir kez daha, CHP’yi kutup ve kültür savaşları dışına taşıma, merkeze yerleştirme yolu izlediğini gösterdi. Hedefi belli ki, AKP tarafından boşaltılan merkez alana girip, orada kimlikler üstü siyaset, ve ortalama bir söylem üretmek.
Fayda ve ilkeyi bir araya getirmek, demokratik bir marifettir ve bu tür hamleler muhtemel bir cumhurbaşkanı adayının genel imajını resmederler.
Bu dil, güç ve başarı duygusuyla birleştiği an, ülkenin ihtiyacı olan normalleşme, demokrasiye dönüş kapısını açar, dahası güçlü bir siyasi melodi oluşturur, seçimlerde başarı getirir. Bu tür bir uzlaşma ve korkularla mücadele siyaseti, İslami ve laik kesimden Kürtlere değin yeni bir toplumsal sözleşmenin temellerini de atar.
Seçilebilecek muhalif adayın sırrı, anketlerin şişirdiği isimlerde değil, bu tür bir siyaseti temsil edenlerdedir.
CHP’nin altılı masa partnerleri buna köstek değil, destek olmalıdır.