Muhatap kim?
Kürt meselesi temel olarak Kürtlerin siyasi irade kullanma, kültürel-sosyal bütünlüklerini koruma talebi etrafında yaşanan ve çeşitli yollarla ifade edilen siyasallaşmayla ilişkili bir sorun.
Böyle sorunu, sıkça yapıldığı gibi, salt eksik demokrasi yaklaşımıyla ele almak mümkün değildir. Böyle olunca, sorunun çözümü, demokrasinin standart kurallarının yerine getirilmesinin ötesine geçer. Çözüm, yenileyici, kurucu bir çerçeveyi, toplumsal ve siyasal bir sözleşmeyi, iktidar kullanımı ve paylaşımı bakımından yerelleşmeyi gerektirir.
Ancak hangi yolla?
Kürt sorunu tatmin edilmesi gereken talepler etrafında ele alınınca, doğal olarak talep sahiplerine gönderme yapar. Bu tür bir sorunun tarafı vardır, muhatabı bulunur. Çözümü onları dikkate almayı, dinlemeyi, ortak bir çerçeveyi birlikte inşa etmeyi icap ettirir.
Kürt meselesinde muhataplık meselesi, 2013-2015 arası çözüm sürecinin ülke siyaset belleğine kazandırdığı en önemli girdidir. Muhtemel yeni bir çözüm sürecinin de “onsuz olmaz” unsurudur.
Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesiyle çıkışının en kritik yanı, bu nedenle, muhataplık meselesidir. Her kadar CHP, bugün hala 2013-2015 çözüm sürecinin çatısına itiraz ediyor olsa da, geldiği nokta bu sürecinin girdilerinden bağımsız ele alınamaz. Söz konusu olan bir sürekliliğin, bir birikmenin sonucu, dışa yansımasıdır.
Nitekim ana muhalefet partisinin “çözüm yeri parlamentodur” vurgusunun 2013 ve 2021 anlamları arasında büyük bir fark bulunuyor. 2013’te bu vurgu, başlamış bir çözüm sürecine karşı bir blokaj çabasını, bir itirazı tarafsız, muhatapsız bir bakışı, bir demokratik buharlaşma iddiasını ifade ediyordu. Bugün tarafı belli bir çözüm ihtimalinin yöntemi ve yerini tanımlıyor.
Türkiye’nin, bırakın Kürt sorununu telaffuz etmeyi, Kürt temsilini sindirmekte zorlanan mevcut siyasi koşulları dikkate alındığında, sorunun yasal taraf ve temsilcisiyle parlamento meşruiyeti çerçevesinde ele alınması gerçekçi bir görünüm kazanmıştır.
Aralık 2020’de, DPI için yaptığım, “Yeni konjonktür ışığında Kürt sorunu karşısında siyasi partiler” başlıklı bir çalışmada ifade etmiştim: “Barış süreci deneyimi ile bugün anti-Kürt iktidar cephesinin, geleneksel asker-devlet yaklaşımını da içererek hakimiyet kurması, iki ayrı çatışma çözümü yöntemini düşündürmeye başlamıştır. İlk yol, PKK ve Öcalan’la masaya oturmaya dayalı bir yöntemdir. Barış sürecinin yaşadığı kazalar ve hazin son, bu yöntemi en azından şimdilik az kullanışlı kılmaktadır. İkinci yol ise, Kürt hareketinin yasal temsilcilerinin siyaset alanın tam ve meşru parçası haline gelmesi, çatışma çözümünün bu yolla, bu temsilciler üzerinden, Öcalan’ın desteğiyle denenmesidir. CHP başta, DEVA, GP gibi partilerin ilk yönteme açık itirazları, kısa vadede, daha gerçekçi yolun HDP üzerinden izlenecek yöntem olduğunu düşündürmektedir.”
HDP varlığıyla, Kürt meselesini, bu istikametteki talepleri siyasi olarak, siyasetin meşruiyet ve yasalığını öne çıkararak temsil eden bir yapıdır. Bu anlamda şiddetin yol arkadaşı değil, karşı alternatifi, anlayana, nihai anlamda panzehridir.
Nitekim CHP’nin bugün geldiği ve sürdürmesi temenni edilir noktada, HDP’nin, Sancar’ın ısrarlı çıkışlarının önemli bir payı vardır. Israrla siyaset kapısını çalan, demokratik mücadeleye davet eden HDP olmuştur.
Bununla birlikte bugün HDP’nin sırtına yeni ve önemli bir sorumluluk yüklenmiştir. Siyasi yolu üstlenmek, İmralı tartışmasından kaçınmak bu sorumluluğun önemli parçalarıdır.
Muhalefetin başkan adayının belirlenmesinde HDP etkili olması, sistemin bu anlamda içine girmesi, blok bir muhalif kanat oluşumu bu sorumlulukla yakından ilgilidir.