Siyaset ve şiddet

Bahçeli, Ülkü Ocakları eski Genel Ülkücüleri Sinan Ateş cinayetin 10 gün sonra, bu konuda, konuştu.

Ancak ne Sinan Ateş’in adını andı, ne başsağlığı diledi ne de rahmet…

Konuşmasını şu cümleler özetliyordu:

“Menfur bir cinayetin içine pirüpak gibi arkadaşlarımızı çekmeye çalışanlara tamam demeyeceğiz… Ülkücüden mafya olmaz. Ülkücüden olsa olsa vatan ve millet için delikanlı olur… MHP'yi uyuşturucu çeteleriyle, kiralık tetikçilerle, cinayet örgütleriyle eşitlemeye niyetlenmiş kim varsa şerefsiz kere şerefsizdir. Bizim üzerimize kan sıçratmak, katil yaftası vurmak Türkiye'yi kavga iklimine çekmek için el avuşturan kim varsa şerefsiz kere şerefsizdir…”

MHP lideri maktulden muhtemel faillere kadar ülkücülerin, partisi milletvekillerinin adının geçtiği cinayetten de söz etmedi.

Mesele Bahçeli’ye göre, cinayetin MHP’ye saldırı için vesile kılınmasından ibaretti.

Özellikle CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ı hedef aldı.

Bunu yaparken kullandığı dil, seçtiği kelimeler, benzer durumlarda sıkça olduğu gibi ölçüsüz, hakaretamiz ve tehditkardı. Kendi eylemlerini ve duruşunu doğrulayıcı bir boyutu vardı; ilişkide olduğu kimi suç örgütü liderlerini mafya değil delikanlı olarak tanımlamasında olduğu gibi…

Velhasıl partisine, ülkücülere dik durun ve bu olaylardan etkilenmeyelim mesajı verdi.

16 Temmuz rejiminin temel özelliklerinden ve meselelerinden birisi şüphe yok ki, MHP ve ülkücülerin siyasal nitelik ve aleniyet kazanan kimi davranışlarıdır.

Bunun iki aşaması ya da seviyesi var.

İlki Bahçeli’nin suç örgütü liderleriyle kurduğu açık ilişkidir. MHP lideri bu kişilerin afla hapishanelerden çıkmasını sağlamış, her birine kahraman, yiğit muamelesi yapmış, bu kişilerin yazarlara, siyasi liderlere, oda başkanlarına yönelik açık hakaret ve tehditlerini desteklemiş ve koruma altına almıştır ve almaya devam etmektedir. Bir siyasi parti başkanıyla suç örgütü liderleri arasındaki bu tür bir ilişki herhalde hukuk devleti düzeninde, ülkedeki mevcut yasalara ve anayasa göre kabul edilebilir bir durum değildir. Ancak, pek çok konuda olduğu gibi, bu da fiili hal üçerinden bir kabule dönüşmüştür.

İkinci seviye ülkücü camiayla adı anılan siyasi nitelikli saldırılar meselesidir. Selçuk Özdağ, Afşin Hatipoğlu, Orhan Uğurlu, Levent Gültekin gibi isimlere ülkücü gruplar tarafından yapılan sokak saldırılarının sayısı 30’la ulaşmış bulunuyor. MHP'nin politikaları ya da MHP içerisindeki hakim fikirlere yönelik tehdit olarak görülen itirazlara, eleştirilere şiddetle karşılık vermek, şiddetle bunları susturmak ve bastırmak tabi bir yol olmuş durumda. Bunlar MHP ve ülkücü camianın marjında değil, merkezinde oluyor. Ülkücülerin ocak başkanı seçiminden siyasi ilişkilerine kadar MHP genel merkezine bağlı ve bağımlı oldukları bilinmeyen bir gerçek değil. Son olay Sinan Ateş cinayeti, öncesiyle sonrasıyla maktulü ve olası failleriyle, milliyetçi camianın içinde bir hesaplaşma, bir siyaset yapma biçimi olarak karşımıza çıkmış durumda. Tüm bunlar bu siyasi parti ve şiddet ilişkisini mercek altına almayı gerektirmez mi?

Bunlara şemsiye olan bir gerçek daha var.

Siyasi aidiyet, ayrı merkez gibi, devlet içinde var olmasıdır bu. Sinan Ateş cinayetinde katilleri İstanbul’dan Ankara’ya taşıyanların iki özel harekat polisi olması ne anlama geliyor? Üstelik bunlardan birisinin uyuşturucu meselesinden sabıkalı olduğu ortaya çıktı. Ne demektir bu? Bu şiddet dalgasını, kullanımını kollamada, desteklemede devlet nerede bulunuyor? Sedat Peker’in siyaset-suç örgütü ilişkilerine dair açıklamaları hala akıllarda…

Bu iktidar döneminde bunları sorgulanmayacağı ortada…

Umalım, zamanı gelir, yoksa Türkiye için çok geç olur…

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum