Yeni yıldız savaşları
Rüzgar hem kuzeyden hem güneyden aynı anda şiddetle biçimde eser mi?
Siyasette eser.
Sağdan da soldan da aynı şiddetde tahrip edici hava akımları oluşabilir.
Türkiye’nin 70’li yılları, örneğin, buna tanıktır. Soğuk savaşın son sert ve kabus dönemiydi o yıllar. Kimin eli kimin cebinde belli değildi. Hangi gençlik hareketinin içinde kimler cirit atıyor, bir soru işaretiydi.
80’ler, 90’lar sonrasında, 2000’lerle birlikte dünya siyaseti yine biçim değiştirmeye, gerilmeye başladı. Nitekim bugün özgürlükler, temsili demokrasi, liberal değerlerin yaşadığı, ekonomik eşitsizliklerin, sert kültür karşılaşmalarının tam öbeğindeyiz. Her yerde, farklı biçim ve düzeylerde kurumlar, demokratik ilkeler, esnek sınır anlayışı yireni milli devletin güçlenmesine, güç ve çatışmanın öne çıkıp bir değer haline gelmesine, güçlü siyasi irade arayışlarına tanıklık ediyor.
Türkiye bu global sahnenin sadece bir parçası…
Kaldı ki mesele ülkedeki siyasi iktidarın tabiatından ibadet değil.
Kurum karşıtı, şahıs rüzgarı, yabancı-göçmen istemezlik dalgası, tekil siyasi irade vurgusu örneğin, rüzgar çift taraflı esiyor. Dahası, toplum, toplum farklı kutupları, katmanları tarafından talep ediliyor. Adını koymak gerekirse, bu, popülist bir dalgadır. Hem siyasi arzda, hem toplumsal talepte baş gösteren popülist, en azından “popülizan” dalga…
Bu dalganın farklı ülke ve kültürlerdeki farklı tezahürleri ama pek çok ortak noktası var. Her biri işe önce işçi, esnaf, dindar, seküler, vs. gibi toplumsal katmanlara işaret ederek, sistemin veya rejimin dışladığı, bir mağdur retoriği ve tanımı yaparak başlar. Ardından buna dayanarak, farklı kesimlerden gelen sıradan insanlar kümesinden bir blok oluşturur,. Buna halk ya da millet adını verir.
Kurgulanmış bu halk kategorisi geniş bir toplumsal yelpazeye, bir ittifak demetine işaret eder. Yine her biri bu halka ve ittifaka dayanarak çatışma ve kutuplaşma siyasetini mutlaklaştırır. Zengin/yoksul, elit/halk, yerli/yabancı, alttakiler/üsttekiler, mağdurlar/egemenler, içeridekiier/dışarıdakiler gibi kutuplaşmaları sürekli canlı tutarak yol alır.
Bunlar popülizmin belli bir ütopyanın, ideolojinin üzerine oturan bir dalga olmadığını, daha çok bir siyaset yapma tarzını ifade ettiğini gösterir. Sağ ve sol siyasette aynı anda boy göstermesi bu nedenledir.
Dışlanmış kesimlere dayanan bir itiraz, sisteme karşı sıradan insanı, mağdur halk katmanlarını savunma siyaseti olduğu, güçlü bir toplumsal talep dalgasının üzerine oturduğu oranda popülizmin, eşitlik ve adalet arayışı anlamında demokrasiyle yolunun kesiştiği muhakkaktır.
Ne var ki demokrasi ve popülizm arasında kuvvetli gerimin olduğu da açıktır. Popülist siyaset yapma tarzının kendisine has kimi dinamikleri bir aşamada demokrasiyi ciddi biçimde tahrip eden etkilerde bulunur.
Deneyimle sabittir, her popülist iktidar şu ya bu aşamasında demokrasi ile otoriterlik arasındaki yol ayrımına gelir.
Popülizmin tahripkar siyaset cihazları vardır. En önemlisi, kutuplaşma siyasetiyle üretilen (kimi grupları içine alan kimilerini ise dışarıda bırakan) halk tanımından hareketle, o halk adına çoğunluğun hakimiyetini tek esas ve tek meşruiyet kaynağı kılmasıdır.
Kurum ve katmandan azade şahıs ve lideri anlayışıyla “çoğunlukçuluk” arasında kuvvetli bir ilişki vardır.
Bu anlayış, önce, demokrasinin müzakere, uzlaşma ve katılım üzerine oturan bir süreç olduğu fikrini dışlar.
Türkiye, muhalefette oluşan, kişi endeksli siyaset dalgası da bu tanımdan uzak değil…
Erdoğan, İmamoğlu,Yavaş, vs
Yeni yıldız savaşları böyle…