Eski libas gibi âşıkın gönlü

Daraldığında insanın içi, ne yana dönse bir taş duvara çarpar gibi olur. Söz yetmez, susmak ağır gelir. İşte o anlarda bir ses dokunur kalbimize:
“Eski libas gibi âşıkın gönlü / Söküldükten sonra dikilmez imiş.” Ne bir fazla, ne bir eksik. Bir gönlün sızısı kadar.

Erciyes’ten yükselip yüreğimize inen bu ses Seyrani’nindir. Seyrani… Bu toprakların duyduğu en garip, en yanık seslerden biri. Garipliği, Erciyes’in eteğinden süzülen yalnızlıkla yoğrulmuştur belki. Ama o sesin altında dağlar yanmış, gönül kervanları geçmiş, aşk odları tütmüştür.

Seyrani’nin dünya macerası, Osmanlı’nın iç çekişmelerle yoğrulan son yüzyılında, Kayseri’nin Develi ilçesinde (1800-1866) başlar. Asıl adı Mehmet’tir; ama kader ona başka bir isim yazacaktır.

Bir gece, imam olan babası hastalanınca, sabah namazını kıldırması için oğlunu camiye gönderir. Namazdan sonra dervişler onu kış mevsiminde Elbiz Bağı’na götürür. Üzüm yedirmişlerdir. Dervişlerin sunduğu üzümle Mehmet gitmiş; geriye Seyrani adıyla dönmüştür.

Bazı isimler kaderdir. Seyrani, “seyr”den gelir. Yani bakmak, dolaşmak, seyrana çıkmak… Ama onun seyri yalnızca ova ile dağ arasında değil; içle dış, aşk ile akıl, ilahi ile dünyevi arasındadır. O yüzden şiirinde aşk da vardır, öfke de. Coşkun bir ırmak gibi akar dizeleri; bazen bir pınar kadar durudur, bazen bir sel kadar yıkıcı.

Ne zaman gönülden söz etsek, Seyrani’nin dizeleri düşer akla:
“Eski libas gibi âşıkın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imiş
Güzel sever isen gerdanı benli
Her güzelin kahrı çekilmez imiş”

Bu dizeler yalnızca bir duygunun değil, bir idrak hâlinin yankısıdır. Gönül, bir libas gibi sökülür mü? Evet. Sevgiyle dikilmiş her gönül, bir kez yırtıldığında o ilk hâline dönmez. Onarılabilir elbette… Ama o artık başka bir gömlektir, başka bir yaradır.

Seyrani, bir yerde şöyle der:
“Aşkın işlediği nakış sökülmez.”
O nakış yalnızca teni değil; insanın içini, en derin yerini birbirine tutturur.

Sesi Erciyes’ten gelir. O, heybetli dağın eteğinde konuşan bir garip âşık. Halkı da tenkit eder, sultanı da. Ama en çok da kendisini didikler; gönlünün dikişlerini yoklar.

Aşk, onun için Hakk’a giden bir yol…
Şiir ise bir bakma biçimi, bir varoluş tarzıdır.

O yüzden der ki:
“Bülbül gibi feryat etsem / Muhabbetin güllerine…”
Her kelime bir tohum gibi düşer toprağa, sonra içimizde çiçeklenir.
“Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş / Kıyamete kadar sökülmez imiş.”

YORUMLAR (3)
3 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.