Alanya bu mevsimde iyi gelir!

Akdeniz’e mızrak gibi uzanan Alanya’ya, daha doğrusu Alaiye’ye, 1971’den beri seyrek de olsa yolum düştü. Diyebilirim ki, her mevsiminde bulundum. Birkaç günlük molalarımız sırasında yazın sıcağını da kışın ılımanını da gördüm. Doğrusunu söylemek gerekirse, umumun ve turistlerin tercihinin aksine bu şehir kış mevsiminde bana iyi geldi. Bu defa kış mıydı? Emin değilim! Takvimlere bakmasak bahar başlangıcıydı.

Ankara’da şedit kış günleri geride kalıp havalar üç beş derece ısınırken Alanya’da olmak hoş bir geçiş oldu. Kaldığım yer batı sahilinde idi. Sabah yürüyüşünde kıyıya paralel yüksek bir duvar oluşturan yüzlerce boş binanın önünden geçtim, açık dükkâna tesadüf etmedim. Tek tük yürüyüş yapanlar dışında kimseye rastlamadım. Sanki terk edilmiş bir şehirdeydim…

Alanya’nın bu mevsimde sakin şehri andırdığına bakmayın, hali hazırda nüfusu üç yüz binin üzerinde. Buna ilaveten artık yerleşik denilebilecek 15-20 bin Rus, Alman, İskandinav ahali varmış. Hatta bir Rus hanım belediye başkan adayı olmuş.

Ankara’nın kalabalığından, telâşından (ve bu yılki kışından) bunaldığım bir sırada benim bu mevsimde gördüğüm Alanya sanki cennetti!

***

Ya yaz sıcağında, mesela temmuzda burada olsa idim? Hafazanallah! Nedense cehennem tasvirleri zihnime üşüşüyor! Bir taraftan insanı buharlaştıran hararet, öte taraftan onun kadar yakıcı tesir uyandıran mahşerî kalabalık. Sahiller et et üstünde!

Meşhur Mağribli seyyah İbn Batuta da acaba bu mevsimde mi Alaya/Alaiye’ye gelmişti? Seyyahımız Anadolu’ya buradan girer. Mısır’dan, Memlûk ülkesinden veya Devleti’t-Türkiye’den Rum diyarına gelir. Fakat açıklamak ihtiyacını hiseder: Burası Türk memleketidir! On günlük bir deniz yolculuğundan sonra ulaştığı Alaya’yı ve Anadolu’yu medh ede ede bitiremez Batuta. Burası dünyanın en güzel ülkesidir. Allah güzellikleri diğer ülkelere parça parça dağıtırken, buraya toptan ihsan etmiştir! Dünyanın en güzel insanları burada yaşar, en lezzetli yemekleri burada pişer! Allah’ın en şefkatli kulları buradadır…

Seyyahları karşılaştırmak gibi olmasın, bizim Evliya da Alaiye’ye seyahatnamesinde geniş yer ayırır. Başta Kıbrıs eyaletine bağlı sancak olarak göstermesine rağmen, yeri geldiğinde Adana eyaletine bağlı olduğunu kaydeder. Ona göre selef kırallarından biri, bir denizden bir denize bin adımlık mesafeye hendek kazdırarak kaleyi adaya çevirmek istemiş. Ömrü vefa etse imiş, yer yüzünde, karada ve denizde Alaiye kalesinin misli olmayacak imiş. Biz deriz ki, Alaiye’nin bu haliyle de misli yok!

Şehrin tarihine bakınca buraya Alanya demeyi büsbütün sakil görüyorum! Burası Alaeddin’in şehri. Alaeddin Keykubad, Anadolu Selçuklu devletinin en büyük ve muhteşem hükümdarı. “Uluğ Keykubad” büyük bir imarcı. Onun bu güzel yarımadayı alarak imar ettiğini biliyoruz. Yarımadaya hangi yönden bakarsak bakalım hâlâ onun imzası olan eserler görülüyor. Kayalık yarımadayı emsalsiz bir zarafetle çevreleyen surların düğüm noktası bir mimarî harikası olan Kızıl Kule’dir. Yine onun eseri beş gözlü tersane, bize intikal eden benzersiz bir örnektir ki, burada 1950’li yıllarda bile büyük yelkenli gemiler inşa edilmekte imiş.

Alaeddin bu şehri başkent yapmış. Nasıl yani? diyeceksiniz. İlk akla gelen Keykubad’ın yazları Alaiye’de geçirdiği, buranın yazlık başkent olduğudur. Bugünün kafasıyla böyle düşünüyoruz; aksine, Alaeddin kaleyi kış mevsiminde kuşatmıştır ve kışları bu şehirdedir. Onun denizin ötesindeki dünya ile ilişki kurmak için burayı seçtiğini ve yarımadayı tahkimli bir ordugâha dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Ağabeyi İzzeddin Keykavus Sinop’u alarak Karadeniz’de tabiî bir limana ulaşırken, Alaeddin ilk seferini yaptığı Alaiye ile kuzeyden güneye ticaret yolunun son noktasını koymuştur. Böylece Anadolu Selçuklu sultanları “Sultanül Bahreyn” iki denizin sultanı olmuşlardır. Güzergâhta yapılan hanlar ve kervansaraylar Anadolu’yu ticaret için elverişli ve güvenli bir coğrafya haline getirmiştir.

Şehri gördüğünüz andan itibaren, gündüz veya gece fark etmez, tabiî yapıyı teşkil eden kayalıkların üzerine kondurulmuş mütenasip bir camii ve minaresi zarif surların arkasında dikkatinizi çeker. Eğer kalenin bu noktasında camii yapılması Sultan Alaeddin’in tercihi ise, diyebiliriz ki, O şüphesiz şehircilik ve mimarî kavrayışı yüksek bir şahsiyetti. Yarımadayı gerdanlık gibi kademe kademe çerçeveleyen surların da onun eseri olduğu düşünülürse, onun mimarî ve şehir kavrayışı konusunda tereddüde mahal kalmaz.

***

Uluğ Keykubad’ın iç kalede yaptırdığı camii bugüne madden gelememiş, fakat Osmanlının muhteşem hükümdarı Kanuni Süleyman harab camisinin yerine biblo gibi bir cami yaptırmış. Kare plandan mekânı tek başına örten büyük kubbeye geçiş, Osmanlı teknik ve estetiğinin yüksek derecesini gösteriyor bize. Edirne’nin her yerinden Selimiye’nin görünüşü gibi, Süleymaniye camii de Alaiye’nin her yerinden görünen bir alamet-i farika.

Hava alanından şehre gelirken sık sık gözlerimi yummak zorunda kaldım, görüntü kirliliği had safhada idi. Yüksek ve acayip binalar sahili nefes alınacak yer bırakmayacak şekilde kaplamıştı. Vahşi turizmin kazancı yanında bize ağır maliyetini hesap ne mümkün? Ne zaman ki Alaiye göründü, gözüm açıldı, gönlüme ferahlık geldi. Bu güzelliği her yerden, her fırsatta seyrederek zihnimdeki görüntü kirliliğinden arınmaya çalıştım.

Belediye seçimleri var yakında…

Acaba bu güzellikleri gören, hakkını veren ve yeni yaptıklarını bu güzellikleri ihlal etmeyecek şekilde yapan belediye yöneticilerimiz olacak mı?

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum